top of page

ARTICLES

MOUNT ARARAT / AĞRI DAĞI, Ağrı, Turkey 1956

MOUNT ARARAT / AĞRI DAĞI, Ağrı, Turkey 1957

Merih Akoğul

Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi

Eylül 2017

Yıldız Moran: Bir Dağ Masalı

 

Bir dağa bakarsınız. Görkemli bir dağa uzun uzun bakarsınız. An gelir, dağ silinir gözünüzün önünden. Bundan sonradır ki dağ size arkasını gösterir. Bir dağa bakmak, bir dağ fotoğrafına bakmakla aynı şey değildir. Gördüklerinizin gerçekliği bulunduğunuz açıyla ilgilidir. Ama o uzun oturumun sonunda anlarsınız ki, aslında dağ bir sebeptir bakmanız için.

 

Bakma eylemi sona ermiş, artık görmeye başlamışsınızdır. Dağ aslında jeolojik bir yapı da olsa, birçok insanın tepelerine ulaşmak istediği hedeftir aynı zamanda. Çocukluğunuzda dinlediğiniz dağ masalları, büyük dağlara çetin tırmanışlar, dağın bir metafor olarak kullanıldığı metinler, içinde dağ geçen kasabalar ve köyler geride kalmış; sadece size ait dağ masalını yazmaya başlamışsınızdır.

Dağ da tıpkı evrendeki tüm diğer nesneler gibi, bakanların niyetlerine göre kendine ait yüzlerinden birini göstermeyi seçer. Oysa iç disiplinlerin ve ince ilimlerin öğretilerinde, bakmak için görülmesi gereken bir nesnenin varlığının şart olmadığı inandırıcı bir dille söylenir. Hepimizin kendine ait bir dağı vardır. Dağ özenilen, bakılan, arzu edilen, hedef gösterilen, saklanılan, yükseklerinde kaybolunan bir oluşumdur ve hayatımızdaki yeri çok önemlidir. Hepimizin hayalinde yakınında olmayı düşlediği bir dağ vardır.

İşte Yıldız Moran da, Türkiye fotoğraf sanatının o görkemli dağıdır. Olağanüstü kadın duyarlılığıyla sanatını oluşturmuş ve adı Anadolu olan o sihirli coğrafyayı bizlere yeniden yorumlamıştır. Bu yüzden Yıldız Moran’ın fotoğrafları, kazı yapmadan asla çıkaramayacağımız bir hazine değerindedir ve gelecek kuşaklara yol gösterecek, içinde hala bugün bile çözmekte zorlandığımız bazı sırları barındırmaktadır.

Gençliğimde, 80’li yılların ilk yarısında fotoğraflarıyla karşılaştığım Yıldız Moran’ın, gün gelip hayatımda böylesine önemli bir yer tutacağını asla bilemezdim. 1982 yılında henüz öğrenciyken İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Fotoğraf Enstitüsü’nün Onur Ödülleri’nin dağıtımı sırasında ilk kez yüz yüze geldiğim Yıldız Moran, kısa bir süre içinde işlerine kattığı o olağanüstü duyarlılığı fark etmem nedeniyle vazgeçilmez fotoğrafçılarımdan biri olacaktı.

Ülkemizin akademik eğitim almış profesyonel ilk kadın fotoğraf sanatçısı olan Yıldız Moran, insanlara ve yaşama duyduğu sevgiyi en samimi biçimde peliküle yansıtmış ve fotoğraf tarihimizde unutulmayacak fotoğraflara imza atmıştır. Doğaya, yaşama duyduğu saygı, insanlara yaklaşımındaki içtenlik, evreni algılamaya yönelik o incelikli bakış ve tüm fotoğraflarında görünmez bir katman olarak yer alan kadın duyarlılığı, onu fotoğrafımızın en önemli değerlerinden biri yapmıştır.

2. Dünya Savaşı’nın yaralarını ancak saran Avrupa’da fotoğraf olağanüstü bir hareketlilik içindedir. 1947 yılında ününü günümüzde bile sürdüren, dünyanın en önemli fotoğraf ajansı Magnum Photos kurulmuş, 1955’te ise Edward Steichen’ın düzenlediği, dünyada 68 ülkeden 273 fotoğrafçının seçilmiş 503 fotoğrafından oluşan “İnsanlık Ailesi” sergisi New York’ta Modern Sanatlar Müzesi’nde açılmıştır. Bu çalışma, bugüne kadar yapılmış en geniş katılımlı sergiydi. Artık dünyada farklı bakış açılarının görülmesiyle, fotoğrafın belgeden sanata doğru alacağı rota belirmekteydi. (Bu arada, Yıldız Moran, 25 Temmuz 1958 tarihinde kendini ve sanatını anlatan bir mektubu Edward Steichen’a göndermiştir.)

 

Yıldız Moran

Bir Kadın, Bir Fotoğrafçı

Özellikle 2008’den sonra Yıldız Moran’ın arşivindeki fotoğraflar düzenli bir biçimde gün ışığına çıktığında, Moran’ın farklı bakışı ve onu diğer fotoğrafçılardan ayıran özellikleri de dikkat çekti. Gerçekten de Yıldız Moran, hiçbir yere bakmadan ve tüm ezberleri bozan bir bakışla fotoğraf makinesini çektiği konulara yöneltmişti. Onu fotoğraf tarihimizde biricik yapan da bu yönü oldu. Yıldız Moran, özelikle Anadolu fotoğraflarında yaşamla olan ilişkisini büyük bir doğallıkla yansıtmıştı.

Bazı fotoğrafçılar, fotoğraflarını çekerken tüm bilgi birikimlerini o karenin içine sığdırmaya çalışırlar. İlk bakışta daha güçlü etki sağlayıp öne çıkacak fotoğraflar uğruna, izleyiciye düşüncelerini yansıtacakları yeterli serbest alanı bırakmadan kompozisyonlarını oluştururlar.

Evrenin doğal akışı kendilerine yetmez, müdahalelerde bulunurlar. Nesnelerin yerlerini değiştirir, insanlara komutlar verirler, kompozisyonda en uç noktalara giderek fotoğrafın daha görünür olmasını hedeflerler. Anın büyüsünü iletmek üzere değil, ustalığı göstermek için kurgulanmış olan bu fotoğraflar, izleyici üzerinde hızlı bir etki yaptıktan sonra değerlerini daha çabuk yitirirler.

Oysa Yıldız Moran, adeta bedeninin bir uzantısı olan fotoğraf makinesiyle, gözün bakış mantığını asla değiştirmeden usulca fotoğraflarını çekmiştir. Bir Zen bilgesi gibi evrene ve üzerinde yer alan insanlara, kendi coğrafyasının özelliklerini de ekleyerek rahat algılanır ve iddiasız fotoğraflar sunmuştur. Gerçekleri saptırmadan, fotografik oyunlara gitmeden sadece anların üzerinden kompozisyonlarını oluşturmuştur.

Onun fotoğraflarını zaman içinde değerli kılan ve eskimesini engelleyen, konularına samimi yaklaşımı olmuştur. Sıradanmış gibi gözüken anlar, dikkatli bakıldığında yaşama ve insana dair birçok farklı değeri içinde barındırmaktadır. Gerçekleri reddetmeyen iyi niyetli bir bakış, Moran’ın almış olduğu akademik eğitimin de etkisiyle fotoğraflar üzerinden özgün bir estetiğe ulaşmıştır. Yıldız Moran’ı fotoğraf tarihimiz içinde fotoğrafçıdan, sanatçıya dönüştüren bu etken olmuştur.

Yıldız Moran’ın yalın ama bir o kadar da etkileyici fotoğraflarını, Anadolu coğrafyasında çekilen diğer fotoğraflardan ayıran şey, aynı zamanda Moran’ın sanatının ipuçlarını da bize vermektedir. Onun aldığı eğitimin niteliği, iyi fotoğrafın gerçekleşmesi için gereken ekipmanları tanıması ve İngiltere’de karşı karşıya geldiği sanat yapıtları, onda bambaşka bir fotoğraf algısının gelişmesine yol açmıştır. O günlerde, Moran’ın teknik bilgi ve deneyimini ülkemizdeki başka bir fotoğrafçının edinmesi olanaksızdı.

Yıldız Moran, her şeyden önce genç bir kadındır. Fotoğraflara yaklaşımı erkek fotoğrafçılardan elbette farklı olacaktır. Fotoğraf çekmeye gittiği her yerde ona elinde fotoğraf makinesi olan bir kadın olarak bakacaklardır. Fotoğrafın dünyası, birçok sanat dalında olduğu gibi erkeklerin egemenliği altındadır. Ama o makine, Moran’ı bir biçimde erkek fotoğrafçılarla aynı safta tutacaktır.

Fotoğrafın erken döneminde Türkiye’de kadın fotoğrafçı denildiğinde, Yıldız Moran’ın yanında her biri kendi alanlarında başarılı işlere imza atan Semiha Es, Naciye Suman, Eleni Küreman ve Maryam Şahinyan gibi fotoğrafa büyük emeği geçmiş isimler de hatırlanır. Ama fotoğraf sanatı söz konusu olduğunda akla gelen gelen ilk ve tek isim Yıldız Moran’dır. Diğer fotoğrafçılar gibi, Türkiye’de bu meslekte kadın olmanın zorluklarını elbette Yıldız Moran da yaşamıştır.

Fotoğraf makinesinin az bilindiği dönemlerde, ilk kez bir fotoğraf makinesini gören insanlar ne yapacaklarını bilemezlerdi. Makine, insanların önce merak ve utanma duygularını ortaya çıkarırdı. Bir kısmı da makinenin işlevini anladıktan sonra ya poz verirler ya da makinenin bakış açısının dışında kalan kör bir alana kaçarlardı. Ama o dönemlerde en yoğun yaşanan duygu tedirginlikti.

Bu dönemlerde çekilen fotoğraflara baktığımızda, genelde insanların, özelikle de çocukların şaşkın bakışlarının genel havaya egemen olduğunu görürüz.

O dönemlerde yollara çıkan fotoğrafçıların en büyük zorluğu, neden fotoğraf çektiklerini karşılarındakilere anlatamamalarıdır. Ama gittiği her yerde insani enerjisini yansıtmasını bilen Yıldız Moran, önünden akıp geçen yaşamın kendi bakış açısı üzerinden uygun anlarını bekleyerek deklanşöre basmıştır. Bu akış içinde, çektiği kişilerin özel alanına girip onları tedirgin etmemiş, zamanın içinden kendine ait olduğuna inandığı anları seçip, tarihe bırakmak üzere ödünç almıştır. Özellikle kadınlar ve çocuklar tarafından daha fazla ilgi ve kabul görmüştür.

Yıldız Moran’ın fotoğraflarının en önemli özelliği iddiasız oluşlarıdır. Başka fotoğraflarla yarışmaz. Kendini sevdirmek için kur yapmaz. Bakışın rüzgarıyla harekete geçer ama tıpkı bir bayrak gibi gönderinden ayrılmaz. Sert bakışlarla incinebilir ama katı durmadığı için kırılmaz. Bir Yıldız Moran fotoğrafını tam anlamıyla görüp hissedebilmek için ön koşul iyi niyetli bir bakıştır.

Sevecen ve yaşama umutla bakan bir genç kızın, kısa bir süre sonra fotoğrafı bırakacak bir anne adayının, kurduğu empati ile Anadolu insanını kendine has duyarlılığıyla anlamaya ve anlatmaya çalışan bir Türk kadının, içi sanatla dolu bir kadın fotoğrafçının işleridir bu fotoğraflar.

Yıldız Moran, fotoğraflarıyla bakış açımızı değiştirmiş, geçmişi ve geleceğimizi farklı bir yol üzerinden yeniden düşünmemizi sağlamıştır.

 

Yıldız Moran’ın Fotoğraf Serüveni

 

EVRENSEL BALLAD

Bir öykümüz olsa, duyan öyküsü sansa..

Öykümüz böylece dallanıp-budaklansa..

Bir sevi’den, bir övü’den, o bizim öykümüzden

Giderek buluşan eller evreni sarsa..

Öykümüz de büyür büyüklüğümüzden;

Herkes sevi’sinde evreni kucaklarsa.

Özdemir Asaf

 

Aslında Yıldız Moran’ın üzerine konuştuğumuz süreç, onun aktif olarak fotoğrafçılık yaptığı 1950-1962 yıllarını kapsayan dönemdir. Hayat hikayesine kısaca bakacak olursak; 1932 doğumlu Yıldız Moran, Nemide Moran ile A.Vahid Moran’ın üç çocuğunun en küçüğü, Moran Lisesi’nin kurucusu, eğitimci İnci Moran ve Tosun Moran’ın kardeşidir. Sanatın içinde büyüyen Moran’ın teyzesi edebiyatçı Müfide Ferit Tek, dayısı ünlü sanat tarihçisi Ord. Prof. Dr. Mazhar Şevket İpşiroğlu’dur.

Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı görevinde bulunan A.Vahid Moran, binbaşı rütbesiyle emekli olduktan sonra yurtdışında edindiği dil üzerine birikimlerini sözlükler hazırlayarak yaşama geçirmiş ve ülkemizin ilk dönem en iyi kaynaklarından biri olan -bizim kuşağın Adam Yayıncılık’tan bildiği -1985 yılında 3. baskısı yapılan- “Büyük Türkçe-İngilizce Sözlük”ü gerçekleştirmiştir. Aslında bu sözlüğün ilk baskısı, 1945 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılmıştır; A.Vahid Moran’ın İngilizce-Türkçe Sözlük’ü ise, henüz yazı devrimi yapılmadan, latin harfleri ile 1924 yılında, [Constantinople]: Fratelli Haim Müessesesi’nden çıkmıştır.

Ama daha da önemlisi, A.Vahid Moran, bir fotoğraf tutkunudur ve amatör olarak fotoğrafla ilgilenmiştir. Aile arşivinde eşinin ve çocuklarının da içinde bulunduğu özenle çekilmiş fotoğrafları bulunmaktadır. Yıldız Moran’ın fotoğrafla ilgili ilk izlenimleri belli ki babasının ona mirasıdır. Yıldız Moran lise son sınıfta okurken bir dersten kaldığında, fikir almak için danıştığı dayısı ünlü tarihçi Mazhar Şevket İpşiroğlu ona fotoğraf eğitimi alması için İngiltere’nin yolunu göstermiştir. Yıl 1950’dir ve 18 yaşında olan Yıldız Moran yeni bir ülkede, hiç bilmediği bir hayata başlamak üzeredir. Bu öneri, aynı zamanda onun fotoğraf serüveninin de başlangıcıdır.

Moran, 1950-1952 yılları arasında yolculuğunun ilk durağı olarak Londra’ya gidip önce kız öğrencilere meslek kazandırmaya yönelik teknik eğitim veren Bloomsbury Technical College’da başlangıcı yapmış, bu okulda bir yıl kaldıktan sonra, fotoğrafın sanatsal ve kuramsal eğitimine daha fazla önem veren Ealing Technical College’de eğitimine devam etmiştir. Fotoğrafın bir sanat olduğunu ve daha da önemlisi bu konuda kendisinin de önemli işlere imza atabileceğini o günlerden anlamıştır. Ama, daha alacağı uzun bir yol ve çekeceği çok fotoğraf vardı.

Yıldız Moran, bu düşüncelerin ışığında Avrupa şehirlerine, Portekiz, İspanya ve İtalya’ya giderek fotoğraflar çekti. 1953 yılında fotoğrafın daha fazla mutfağında olmak amacıyla The Old Vic Tiyatrosu’nun fotoğrafçısı ve fotoğraf dünyasının tanınmış isimlerinden John Vickers’a asistanlık yaptı. Böylece bir yandan ışık bilgisini ilerletirken, diğer yandan da portre fotoğrafçılığının inceliklerini öğrendi. Moran, Vickers ile çalışırken dönemin ünlü oyuncularının çekimlerine tanık oldu ve burada büyük deneyim kazandı. Bu deneyimlerini bireysel olarak profesyonel alana da aktaran Yıldız Moran, sanatçı portreleri ve tiyatroların ihtiyacı olan lobi fotoğraflarını da çekerek Londra’da geçimini sağladı.

Yıldız Moran ilk sergisini 1953 yılında Cambridge Trinity College’da açtı ve büyük ilgi gördü. Bu sergide yer alan 25 adet fotoğrafın tümü açılış günü satılmıştır. Ve Moran seçtiği tarzın ve fotoğrafa yaklaşımının doğruluğunu böylelikle sınamıştır. İki yıl içinde İngiltere’de toplam altı sergi açan Yıldız Moran, genç bir yetenek olarak fotoğraf çevrelerinden hatırı sayılır bir ilgi görmüş, bu sergilerde de fotoğrafları izleyiciler tarafından satın alınmıştır. Artık, dünyayı kavramak ve kapılarını açmak için fotoğraf gibi sihirli bir anahtarı elinde tuttuğunun farkındadır.

Bu arada yavaş yavaş Türkiye’ye dönme vakti gelmiştir. Moran iki ayrı okuldaki eğitiminin ardından stajını ve asistanlığını yapmış, sergilerini açmış ve hayatının dört önemli yılını İngiltere’de geçirmiştir.

Artık, aldığı bilgiyi kendi ülkesine taşıyacak ve fotoğraf sanatında misyonunu yerine getirecektir. Yıl 1954’tür. Serüveninin başında olduğu gibi yine onu İstanbul’da karşılayıp yeni bir rota sunacak olan kişi sevgili dayısı Mazhar Şevket İpşiroğlu’dur. Anadolu yolculukları Yıldız Moran’a yepyeni bir tecrübe kazandıracak, İpşiroğlu’nun yaptığı kitabın fotoğrafları için uzun yolculuklara çıkılacak ve bu geziler, Yıldız Moran’ın fotoğrafçılık yaşamında farklı algı kapılarını açacaktır. Ama onu bir de sürpriz beklemektedir.

 

BAĞLI

Beni öyle bir yalana inandır ki,

Ömrümce sürsün doğruluğu.

Özdemir Asaf

 

İnsan kendine nasıl bir plan çizerse çizsin, hayat sürprizlerle doludur ve yeryüzünde aşk diye bir gerçeklik vardır. Moran, İstanbul peysajlarını ve Anadolu’da çektiği fotoğraflarını kartpostal olarak bastıracağı iyi bir matbaa ararken, yolu ülkenin en tanınmış şairlerinden Özdemir Asaf’ın matbaasına düşer. Yıldız Moran’ın bu unutulmaz anı akıl defterine yazdığı nota göre, takvimler 4 Kasım 1954, saat 11.00’i göstermektedir. Yaşanacak büyük bir aşkın, sevgi dolu bir evliliğin ve dünyaya gelecek üç çocuğun da başlangıç noktasıdır bu buluşma. Ülkenin en ünlü şairiyle, ileride fotoğrafta gerçek bir efsane olacak Yıldız Moran’ın yıldızının ilk kesiştiği zamandır. Bundan sonra, Moran, içine düştüğü aşkın enerjisiyle daha yoğun bir yaratım sürecine girecektir.

Yıldız Moran’ın 1955 yılında Adalet Cimcoz’un Maya Sanat Galerisi’nin üst katında açtığı stüdyo, ünlü simaların uğrak yeri olmuştu. Beyoğlu Kallavi Sokak 20 numaradaki bu mekanda portrenin yanı sıra ürün fotoğrafları da çekti. Bu yıllar Moran’ın aynı zamanda fotoğraflarını sanatseverlerle buluşturduğu yıllardır.

Mesleği fotoğrafçılık olan, İstanbul ve Ankara’da açtığı sergilerle Türkiye’de iyice tanınmaya başlayan Moran bir yandan da geçimini profesyonel olarak fotoğrafla sağlamak zorundadır. Stüdyosu giderek tanınmaktadır. Ama o yıllarda fotoğrafın sınırlı kullanım alanları vardır ve ilgi de yeterli değildir. İngiltere’de fotoğrafın tekniğini  de iyi öğrenmiştir; 6x6cm Rolleiflex ile çektiği filmlerin tüm karanlık oda işlerini kendisi gerçekleştirmektedir. Yıldız Moran, yaşamını sürdürebilmek için portre fotoğrafları çekmek ve arşivindeki manzara fotoğraflarını da profesyonel anlamda gelire dönüştürmek zorundadır.

Yıldız Moran’ın portreleri, içinde bulunduğu sanat çevresinin farklı alanlarda başarılarını kanıtlamış, toplum tarafından bilinen ünlü sanatçıların fotoğraflarından oluşmaktaydı. Bir yandan bu sanatçıların portre fotoğraflarına olan gereksinimleri, diğer yandan da Yıldız Moran’ın fotografik ustalığını tarihe kalacak portrelerle birleştirmek istemesi, unutulmayacak işlerin doğmasına neden olacaktı. Yıldız Moran, eğitim tecrübelerini stüdyoda başarıyla kullanmış ve sanatçılar tarafından tercih edilen bir fotoğrafçı olmuştu.

Ve hikayenin sonunda, Yıldız Moran iki aşkı arasında bir seçim yapar, 1963’te henüz fotoğraf hayatının 12. yılındayken Özdemir Asaf ile evlenir ve fotoğrafı bırakır. Artık hayatını adadığı üç çocuğu Gün, Olgun ve Etkin vardır. Fotoğrafın yerine çevirmenlik, editörlük, sözlük yazarlığı gibi işleri koyacak, çalışmalarını yazınsal alanda sürdürecektir. Ama fotoğrafı bu kadar erken bırakmasına rağmen, Yıldız Moran’ın çektiği bu fotoğraflar zaman içinde daha değerlenecek, sadece ülkemizde değil, dünyada da büyük ilgi görecektir.

 

İngiltere’de Olmak

 

Yıldız Moran’ın fotoğraflarında, İngiliz fotoğrafının bazı belirgin özelliklerini görebiliriz. Konularına hep özenle yaklaşmış ve çerçevenin içinde yer alan insanı, ortamıyla birlikte başarıyla yansıtmıştır. Nesneleri mekana sıkıştırmamış, insanları baskı altına almamış aynı zamanda da fotoğrafa bakan izleyiciye duygu ve düşüncelerini yerleştirebileceği bir nefes alanı bırakmıştır. Etkileyici fotoğraflarını çarpıcı kompozisyonlarda değil, deklanşöre bastığı, kelimelere sığdırılması olanaksız ara anlarda yakalamıştır.

İngiliz sanatı, yalnızca fotoğrafta değil resim ve edebiyat gibi önemli sanatçıların yetiştiği dallarda da kendi geleneğini korur. Viktorya döneminin resimselliği, 19. yüzyılda fotoğrafın bulunuşuyla farklı bir yapı kazanmıştır. Resim sanatında, pozun yanında fotografik anlar da devreye girmeye başlamıştır. Edebiyat yapıtlarının şiirselliğinden ve mitolojinin yüksek değerlerinden ilham alan fotoğrafçılar, buna resim sanatına ait görsel alışkanlıkları da ekleyip yepyeni bir anlatım dili oluşturmuştur.

Bir fotoğrafın görünür olması için ışığın varlığı kadar, teknik bilgi, beceri ve ekipmana da gereksinim var- dır. Fizik, kimya ve optiği bilmeyen birinin başarılı fotoğraflar oluşturması imkansızdır. Negatif-pozitif tekniğinin William Henry Fox Talbot tarafından İngiltere’de bulunmasıyla, fotoğraf çoğaltılan bir nesne olur. Başlangıçta en az bir resim kadar pahalı olan fotoğraf ucuzlayarak, tüm dünyadaki dolaşımına başlar. Böylece insanlar bilmedikleri coğrafyalardan, gidemedikleri yerlerden fotoğraf aracılığıyla bilgi sahibi olurlar. Dünya, fotoğraf aracılığıyla giderek küçülmektedir. Artık resmin tahtını sallayan, ileride belge üzerinden sanata dönüşecek, tıpkı sihir gibi bir buluş vardır ve bunun adı fotoğraftır.

Büyük Britanya’nın yetiştirdiği dünyanın ilk en önemli kadın fotoğrafçısı olan Julia Margaret Cameron fotoğraflarına farklı mitolojiler üzerinden kattığı estetik ve fotoğrafta poz geleneğini yeniden kurgulamasıyla gerçek anlamda bir öncü olmuştur. Onun fotoğrafı, bugünün portre geleneğinin ilk izlerini taşımaktadır.

Cameron, büyük portre geleneğinin fotoğraftaki örneklerini, komün halinde yaşadıkları dostlarının, açık havada çektiği fotoğraflarıyla vermiştir. Yıldız Moran’ın stüdyoda çektiği portreler de tıpkı Julia Margaret Cameron’da olduğu gibi, onun yakın çevresindeki sanatçı dostlarının portreleridir.

Yıldız Moran’ın Anadolu fotoğraflarına yakından baktığımızda, onun fotoğraf görüşünün Büyük Britan- ya’da yıllar içinde oluşan ana akım ile benzerlikler taşıdığını görürüz. Doğa bir yandan kopyalanırken, bir yandan da doğru oranlarda stilize edilmektedir. Konular her zaman fotoğrafın içinde yer alan ya da yakınında bulunan insanlardan izler taşır. Hüküm vermez bu fotoğraflar, akış ve anların doğallığını sonuna kadar korur ve kendi dönemlerinin özelliklerini üzerlerinde taşırlar. Fotoğrafların oluşumunda siyah beyaz tonlar kadar grilerin varlığı da önemli yer tutar.

Yıldız Moran, İngiltere’de, Avrupa’da ya da Anadolu’nun uzak bir köşesinde, ne zaman ve nerede fotoğraf çekerse çeksin, ülkesinin sahip olduğu fotoğraf geleneğini, aldığı Batı fotoğraf eğitimiyle başarıyla birleştirmiş; kendine özgü duyarlılığı ve bakış açısıyla yepyeni bir senteze ulaşmıştır. Ama her şeyden önemlisi, bir yapıtı ileriye aynı kuvvette taşıyacak olan önsezi, Yıldız Moran’ın her fotoğrafçıda bulunmayan en önemli özelliğiydi. Anların geçici etkisinde kalmayan Moran, sıradan olanı değil, sıradanmış gibi görünen anları fotoğrafa dönüştürerek kendi estetiğini oluşturmuştur. Bu eğitim döneminden sonra, ülkesinin toprakları, onun bilgilerini sınayacağı yepyeni bir plato olacaktı.

360 DERECE

Dünyanın nüfusu ikiye bölünüyor,

Yarısı sen oluyorsun, yarısı ben..

Sonra ikimiz bir bütün oluyoruz,

Kimseye sezdirmeden.

Özdemir Asaf

 

Görünmez Sorular; Hayata Verilen Yanıtlar:

“Ressam olmak isterdim. Kolejin son sınıfındayken bir gün dayımda çay içiyorduk. Bana “Fotoğraf çeksene sen Yıldız” dedi. Bunu her dayı yeğenine söyleyebilir. Ama tabii bu dayı M. Şevket İpşiroğlu olursa iş değişiyor. Sen misin bunu söyleyen. Atladım İngiltere’ye. Haberleştiğim okulu buldum. Müdire hanım “Eyvah!” dedi. “Ne olacak şimdi” Ben tamam dedim. Muhakkak kâğıtlarda bir noksanlık oldu. Dön bakalım Yıldız İstanbul’a. Meğerse neymiş biliyor musunuz? Benim gibi genç ve yabancı bir kızı Londra yutarmış. 1951 yılıydı bu olayların olduğu zaman. Tam bir yıl orada fotoğrafçılık sanatının alfabesini öğrendim.” (1)

Yıldız Moran büyük bir istekle gittiği İngiltere’de fotoğrafın yeni ufuklarını görmüş, tüm fotoğraf yaşamı içinde kullanacağı bilgi ve görgüyü edinmiş, aynı zamanda da yeni bir ülkede yaşamanın heyecanını tatmıştı. Londra’ya İngilizceyi çok iyi bilerek gittiği içi hiçbir iletişim sorunu da yaşamamıştı. Farklı ülke deneyimi, Yıldız Moran’ın sanatının oluşmasında önemli bir başlangıç oluşturmuş ve başarılı ilk dönem fotoğraflarının çıkmasını sağlamıştır.

“Sonra ünlü fotoğrafçı Baron’un asistanlarının yanında çalıştım. İki yıl kadar sürdü bu da. Gerçekten bana çok yararlı oldular. John Vickers Londra’nın çok ünlü portre fotoğrafçılarındandır. Bana “Artık senin işin kalmadı burada, öğreneceğini öğrendin. Git kendi başına çalış.” diye öğüt verdi. Dediğini yaptım. İspanya, Portekiz, İtalya ve Kuzey Afrika’yı gezdim. Sergimde hep bu yabancı ülkelerdeki çalışmalar gösteriliyor. Gülersiniz belki ama bir Rolleiflex ile çalışıyorum. Bu makine yüzünden John Vickers ile bir tartışmamız vardır. Kesin olarak, bununla profesyonel olunamaz diyordu. Öğünmek için söylemiyorum. Ona birkaç çalışma gösterdim. Yenilmeyi kabul etti.” (2)

O günlerde 6x6cm formatında olan ve 12 kare film çeken bu Rolleiflex makine, büyük formatta yani plan film fotoğraf çeken fotoğrafçılar tarafından küçümseniyordu. 36 kare fotoğraf çeken 35 mm (24x36mm) makineler ise basın fotoğrafçılarının ellerinde yeni yeni görülmeye başlamıştı. Yıldız Moran, Rolleiflex makinesini çekmek istediği konuları daha seri çalışabilmek için edinmişti. Makine kare çekse de, Moran fotoğraflarının önemli bir kısmını kadrajlamayı tercih ederdi. Ama yine de Moran’ın en çok sevdiği fotoğrafçı, portre fotoğrafının büyük ustası Mardin doğumlu, Ermeni asıllı Kanadalı fotoğrafçı Yousuf Karsh’tı.

“Renkli fotoğraf sevmiyorum... Sinema ile de uğraşmak istiyorum… Yani kamera operatörlüğü… Zaten ana prensipler aynı.” (3)

Yıldız Moran, fotoğraflarında daima siyah beyazı yeğliyor. Gözün gördüğü renkli dünyanın dışında, sadece fotoğrafın anlatabildiği bir dünya, Moran’ı büyülüyor; ona göre siyah beyazın tonları, nesneler arasındaki katmanı ortaya çıkarıyor. Sonra da başlıyor ışığın ve gölgenin dansı. Fotoğraf siyah beyaz icat edildiği için, renkli teknoloji çok ileriye gitmiş de olsa, günümüzde birçok fotoğrafçı anlatımlarında hala siyah beyazı tercih etmektedir. Bir de o yıllarda, renkli malzemeye ulaşmak ve bunu başarıyla kullanmak neredeyse olanaksızdır.

Sinema ise başka bir ifade alanı. Akan görüntü daima Yıldız Moran’ın ilgisini çekmiştir. Çünkü adına yaşam dediğimiz sürecin içinden bir an seçildiğinde, geriye kalan anlar yok olup gitmektedir. Moran’ın tüm bu sürece ve çekilen fotoğrafların ardında kalan görüntülere karşı aşırı hassasiyeti vardı. Yani yakaladığı kareler kadar, kaçıp giden anların üzerine de sıklıkla düşünüyordu.

Aslında bu ruh hali, fotoğrafçıların en büyük trajedisini oluşturur. Bir fotoğrafa bakarak yapılan değerlendirme, fotoğrafçının dokunmadan zamanın akışına bıraktığı diğer fotoğraflara yakılan bir ağıttır. Moran, cesaret gerektiren bu sorgulamayı kendinde yapar. Onun fotoğraflarında yalnızca şiirsellik değil, dikkatlice bakıldığında bir melodinin varlığı da fark edilir.

“Fotoğraf san’atında bir teknik var. Mesela bu tekniği fotoğrafçılık teşkil ediyor. Bunlar o kadar mükemmel olmalıdır ki, bu konuda çalışan insanın bir parçası haline gelebilsin. Bütün bunların en basit, en tesirli ve şahsi bir formül içinde kullanılması lazımdır. Eğer bu kişi san’atkarsa, o zaman esas mesele tekniğin dışında kalır. Teknik sadece bir vasıtadır. Herhangi bir san’atkar, insanların günlük meşguliyetleri ve kaygıları içinde fark edemediği, günlük hayatın bir parçası olan, bazı güzellik ve gerçekleri tekniğini vasıta edip, diğer insanlar tarafından da görülebilecek bir hale getirebilmelidir. Mesela, elma yiyen bir çocuk resmini çekersiniz, bu resim elma yiyen bütün çocukların sembolü olur. İşte o zaman bu eser, muvaffak olmuş bir eserdir. İçindeki mana yeterli değilse, ışık ve kompozisyon ne kadar mükemmel olsa çekmem. Mühim bir şey anlatmak için ışık ve kompozisyonu yardımcı alarak kullanırım.” (4)

Teknik ve sanat, fotoğrafçılığın iki önemli alanıdır. Çekilecek fotoğrafın türü ve fotoğrafçının yaklaşımına bağlı olarak bu değerler farklı oranlarda fotoğraf üzerinde uygulanır. Elbette, bir de gerçeğe olan bağlılığı nedeniyle fotoğrafın üzerinde taşıdığı bir mesaj vardır. Bu mesaj fotoğrafın anlamını oluşturur ve onsuz bir fotoğraf düşünülemez. Sonuçta, ışık ve kompozisyon konu ile doğru oranlarda birleştiğinde ve insancıl bir enerji fotoğraf üzerinden akmaya başladığında bir Yıldız Moran fotoğrafının vakti gelmiş demektir.

“24 saat düşünülen, yaşanılan, ikinci plana atılamayacak bir konudur fotoğrafçılık. İnsana, hayata özgün, bir aşamanın bir yerini kavramsal olarak dolu, yoğun, ağırlıklı olarak verebilen kişidir fotoğrafçı. Birden 24 saatimi bu konuya mı vereceğim, yoksa daha önemli konular var mı benim için diye düşündüm. Daha önemli şeyler olduğuna karar verdim ve 12 yıl sonra bıraktım bu işi. Evliliğim ve çocuklar. Özdemir Asaf gibi bir baba bulmuşsa bir insan başka ne yapabilir. Dört yıl içinde üç çocuk sahibi oldum ve artık tüm 24 saatlerimi çocuklarıma adadım.”

“Küçük heyecanlar sanat olamaz. Büyük heyecan duyulmalı. Bu bir gerçek. Belgeleyici, röportaj fotoğrafı ise konu, söylenen söz geçerli olabilir. Röportaj yapmak için objektif bir görüşten, olayın niteliğine ilişkin bir yargıya varmak lazım.”

 

“Meslekte kadın olmanın zorluklarına gelirsek: Pratik zorluklar. Yük taşıyacaksınız, hamallık edeceksiniz. Ama yükünüzü asgariye indirmek elinizde. Zorluklar oldu ama benim dışımda şeylerdi. Anadolu’da dolaşırken garip karşılanıyordum. Ama kadınların fotoğraflarını çekerken de kadın olmam büyük bir avantajdı. Hep izin alarak çektim fotoğrafları. Sözlü ya da yazılı. Kimsenin mahrem yaşamına girmeye hakkımız yok. Ben buna çok dikkat ettim.”

“Çeşitli kültürleri bünyesinde barındıran güneşli, zengin, sanatsal birikimi olan Türkiye’miz, insanlarının yalın olması sebebiyle de fotoğrafçılar için bir cennettir.” (5)

 

Tam zamanlı fotoğrafçı olmak ve hayatını bütünüyle fotoğrafa adamak en büyük ülküsüdür Yıldız Moran’ın. Bunu sekteye uğratacak herhangi bir eylemin varlığı, Moran’ın fotoğrafçılıktan vazgeçme nedeni olacaktır. Heyecanının gücü sözcüklerle ifade edilemeyecek ancak onun kompozisyonlarına dahil olacak bir büyüklüktedir. Özdemir Asaf’ın Yıldız Moran’ın hayatına girmesinden bir süre sonra, bu tercih doğal olarak gerçekleşmiştir. Fotoğrafı yaşamından çıkarmasının nedeni, küçük heyecanların sanat olamayacağını bilen Moran’ın bu konuya duyduğu saygıdır.

Kendisi Türkiye’nin akademik eğitim almış ilk profesyonel kadın fotoğraf sanatçısıdır ama kadın olmaktan önce bir dünya insanıdır. Onun, insanlara gösterdiği ilgi, çektiği fotoğraflara yüklediği nitelikten daha fazlaydı. Sanatın kadını erkeği olmaz. Yıldız Moran kadın olmanın bazı sorunlarını yaşarken, diğer yandan da Anadolu insanıyla bir fotoğrafçıdan daha fazla iki insan olarak ilişki kurdu, dertlerine ortak oldu. Fotoğraf hep bundan sonra geldi.

“Düşüneceksiniz, neyi nasıl yapacağınızı, çekeceğinizi kafanızda tasarlayacaksınız. Öyle ki ilgili her teknik sorun, konunuzla aranızdan çıkacaktır. Çıkacak kadar hakim olacaksınız duruma. En yeni gelişmeleri, en yeni olanakları arayacaksınız. Bir kere ben geldikten sonra da bugün de zannediyorum malzeme en büyük sorundur. İstediğiniz kağıdı bulamazsınız, istediğiniz malzemeye ulaşamazsınız. Türkiye’de çalışan herkes bir tür cambazdır. Olmadık kağıtta olmadık sonucu alacaksınız. Bu teknik açıdan öyle bir engel ki, içeriğe yönelecek zaman kalmıyor.”

“Memnunum, şaşırtıcı bir ilgi gördüm ve hep o ilgiye layık olmaya çalıştım. Ne var ki, insanın kendi içinde savaşı var. Fotoğrafın kavramını bulmaktı sorun. Onu bulup geliştirmek... Fotoğraf sanatının bana göre ve benim seçtiğim yöndeki sınırlarını zorlama ve buna göre yönlenmek gerekiyordu.” (6)

Anı kullanma biçiminin dışında, fotoğrafı diğer sanatlardan ayıran en önemli özelliklerden biri, bu sanatın fizik, kimya ve optik gibi teknik alanlara olan gereksinimidir. İyi bir makine, objektif ve karanlık oda ekipmanı olmadan bu sanatın yapılması neredeyse olanaksızdır. Ama en önemlisi, malzemeyi hakkını vererek doğru bir biçimde kullanacak fotoğrafçının varlığıdır. Teknik sorunların aşılamaması sonucunda içeriğin de bundan zarar göreceği kesindir.

Hiçbir hayat kolay değildir. Bazı düşüncelerin aksine, kısa süreliğine de olsa, fotoğraf sanatının içinde olmak onu çok memnun etmiştir. Gördüğü ilgiyle ilgili hiçbir sorunu yoktur Moran’ın; mutludur. Ana sorunu, sanatını nasıl daha yukarılara taşıyacağıyla ilgiliydi. Akademik eğitim almanın en önemli kazanımı, insanın ne kadar az şeyi bildiğini ve daha öğrenecek ne kadar çok şeyi olduğunu bilmesidir. Bu da Yıldız Moran’ın fotoğraf sanatına daha fazla zaman ayırmasını ve daha çok çalışmasını gerektiriyordu.

“Konu insandır benim için. Ben onunla iki insan olarak bağımı kurarım. Fotoğrafçı olmam hiçbir zaman ön planda değildir. İkimiz selamlaşırız, konuşur dertleşiriz. Yakınlık kurulur. Ben bu arada açımı arar, yerimi bulur, çerçevemi saptarım. Karşımdaki insan kendiliği içindedir ya da kendiliği içinden gerilme ve kasılmalarla, pozlarla sıyrılmamıştır. Davaları ve yaşantısının gereklerince güleç düşünceli, kederlidir. Neyse odur kısacası. Fotoğrafımı çekerim. Ondan sonra, artık benim işim bitmiş, onunla bir alacağım vereceğim kalmamışçasına hemen uzaklaşmam oradan. Başladığım gibi, gene onunla konuşur, vedalaşır öyle ayrılırım.” (7)

Yıldız Moran, Anadolu’nun o güzel insanlarının fotoğraflarını çektikten sonra yanlarında kalmasaydı, onların hikayelerini dinleyip, dertlerini paylaşmasaydı, o fotoğraflar bu kadar içten, yalın ve güzel olmazdı. 1953 yılında, Cambridge’te 21 yaşında ilk sergisini açtığı günden, bu dünyadan ayrılıncaya kadar kendisiyle yapılan bütün röportajlarda gerçek bir hümanist olarak hep aynı şeyi söyledi ve yaptı Yıldız Moran. İnsana, yaşadıklarına ve hikayelerine hep saygı gösterdi. Onlarla kurulan sıcak güzel ilişkileri ve o insanlarla yaşadıklarını evrendeki en değerli anlar olarak kabul etti. Hatta fotoğraflarındaki kusursuz anlardan daha fazla önemsedi. Bu yüzden Yıldız Moran, ölümsüz fotoğraflarıyla aramızda hala yaşamayı sürdürüyor.

 

Yıldız Moran’ın Zamanı

 

Hepimiz insanız.

Adına toplum dediğimiz yapılanma içinde kendine ait tekil özellikleri olan bireyleriz. Dünya hepimiz için hissedebildiğimiz kadar var. Korkularımız, çekincelerimiz, ideallerimiz, tutkularımız, arzularımız ve vicdanımız yaşam alanımızı ve yaşama biçimimizi de belirliyor. Bizler insan olarak, yaşamın bize verdiği yükümlülükler kadar varız. Acaba tercihlerimiz, yeteneğimiz doğrultusunda yapabildiklerimizin bir özeti mi? İşte bu bağlamda Yıldız Moran’ın hayatına baktığımızda, onun yolunun fotoğrafla kesişmesinde hangi faktörler, ne ölçüde geçerliydi. Fotoğraf onun seçimi miydi, yoksa evrensel akışın kaçınılmaz bir parçası olan yazgının ta kendisi miydi?

Yıldız Moran’ın fotoğraf hayatı, aslında neti 8 yıl ve toplamı12 yıla karşılık gelen bir süreçtir. İkinci Dünya Savaşı’nın yaralarını henüz sarmakta olan dünyanın yeni bir on yıla giriş yaptığı 1950’li yıllarda Moran’ın yurtdışında fotoğraf eğitimi almak istemesi önemli bir ayrıntıdır. Elbette biz bu serüvenin ilham verici ve yeni kuşakları motive edecek uzantılarının peşindeyken, Büyük Britanya Adası’na yatay geçiş yapacak bir genç kızın heyecanını ve orada yaşadıklarını asla bilemeyecektik.

Kendi alışkanlıklarından ve coğrafyasından koparak yapılan bu gizemli yolculuğun Yıldız Moran’ın hayatını ne ölçüde değiştirdiğini, ruhunda ne gibi değişimler yaptığını ancak çektiği fotoğraflara bakarak anlayabilecektik.

Yıldız Moran’ın eğitimini tamamlayıp Türkiye’ye döndüğünde büyük bir coşkuyla çektiği fotoğraflar, birçok ipucunu bünyesinde barındırmaktadır. Anadolu fotoğraflarına dönemin gerçeklerini göz önünde bulundurarak baktığımızda kendisinin fotoğrafta ne yapmak istediğini ve nasıl çözümlere gittiğini daha iyi anlayacağız. Bu duygu, bir gurbet/sıla ilişkisinin yarattığı otantiklikten çok, Batı görgüsünün Doğu coğrafyasında çözünmesi ile ilgilidir.

Moran’ın İngiltere macerasını, belki yurtdışında eğitim almış olanlar daha iyi bilebilirler. İnsanın farklı bir dilin ve kültürün içinde biçim alırken, birtakım kazanımlarının yanında hatırı sayılır kayıpları da olacaktır. Her dil kendi anlamını, söz dizimini ve ifade mantığını yanında getirirken, var olan otantik dil de buna karşı bir kuvvet olarak duracaktır. Yıldız Moran’ın İngilizceyi iyi derecede bilmesi, ona büyük bir avantaj sağlamış, eğitimini daha kolay yoldan kavramasına yardımcı olmuştur. Aslında, yurtdışına giderek belirli süre kalan sanatçıların en büyük şansları, daha önceden sahip olmadıkları üretim düşünceleri ve bilgi birikimleriyle karşılaşmalarıdır. Bu da bir sanatçı için en büyük avantajdır.

Bir çeşit “ozmos” yoluyla gerçekleşen bu eylem, etki altındaki kişinin zaman içindeki davranışlarının da belirleyicisi olacaktır. Barthes, “İsimlendirebildiğim bir şey beni gerçek anlamıyla delemez.” der. (8) Yıldız Moran’ı yavaş ama güvenli bir biçimde bugüne taşıyan özellik de, o günün şartlarında bakma eylemini gerçekleştiren izleyicilerin göremediği ve günün fotoğraf anlayışı doğrultusunda dile getirmekte zorlandığımız, tanımlanamayan o şey olmuştur. Yıldız Moran fotoğraflarında tam anlamıyla satha yayılmış olan “punctum” -yani fotoğraftaki çarpıcı, delici, karşı tarafı etkileyen şey- tekil olarak var olan nesneler üzerinde görünmese de, fotoğrafın bütünü üzerinde etkili olmaktadır.

O dönemlerde malzeme eksikliği, günümüze göre büyük bir sorun olarak ortaya çıkıyordu. Film ve kart bulmak, hele Moran’ın alıştığı malzemeleri sağlayabilmesi, ülkenin o günkü ithalat rejiminde çok zordu. Türkiye’de fotoğraf okulu yoktu ama Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) fotoğraf dersleri veriliyordu. Resim geleneğinden gelen hocalar ve yurtdışına devlet tarafından burslu olarak gönderilen öğrenci ve sanatçılar, Avrupa’da fotoğrafın ne kadar önemli olduğunun farkındaydılar. Ressamlar ise fotoğrafın hayatlarına kattığı katma değer aracılığıyla hem görüşlerini artırıyorlar, hem de çizimlerinde fotoğrafın bakış açısından yararlanıyorlardı.

Ama o günlerde iyi bir fotoğraf makinesi edinmek herkes için öyle kolay değildi. Fotoğraf makinesi endüstrisinin geniş kitlelere ulaşma yolunda atacağı daha çok adım vardı. Ama bir makineye sahip olan şanslı kişiler, iki ayrı görsel dünyanın sırlarını sanatlarında kullanıyorlardı. Belgelemeden sanata giden yolda, fotoğraf ile resim sanatının birlikteliği çok önemliydi. Ama fotoğrafın resimden farklı en önemli işlevi, fotoğraf makinesinin her türlü mekanik ve optik yapısına rağmen unutmaya karşı direnen bir belleğe sahip olmasıydı. Günlük yaşamın izleri, zaman geçtikçe çok kıymetleniyordu. Fotoğraf ile birlikte sanatın içine an kavramı da girmeye başlamıştı.

Böylesine zorlu şartlar yaşayan fotoğraf dalı, bir buluştan sanata doğru emin adımlarla yol alırken, Yıldız Moran, İngiltere’de aldığı eğitimle edindiği bilgi ve görgüyle bu dünyaya ileri seviyeden bir giriş yapmıştı. Moran, işte bu avantajı, kısa fotoğraf yaşamına başarılı bir biçimde aktarmış ve fotoğraf tarihimizde unutulmaz işlere imza atmıştı. Değerini o günlerden bu günlere kadar korumayı başaran bu fotoğraflar, günümüzün kült yapıtları olarak belleklerimize unutulmayacak bir biçimde kazınmıştı. Bunu, günümüz bakışıyla karşılayacak tek kelime ise “başarı”dan başka bir şey olamazdı.

Tüm sosyal, ekonomik, siyasi ve buna bağlı tarihsel akış doğrultusunda gövde kazanan Türkiye fotoğraf sanatını incelediğimizde, 1950’lerde sahne alan ve yine bir erken dönem fotoğrafçısı olan Yıldız Moran’ın yapıtlarıyla yolumuz kaçınılmaz bir biçimde kesişir. Fotoğrafta ne yapmak istediğini çok iyi bilen Moran, aldığı akademik eğitimin de verdiği yeni bakış açısıyla hiçbir yere bakmadan kendi fotoğrafını oluşturdu. Özellikle onun Anadolu fotoğraflarında gördüğümüz bu nitelikli yaklaşım, onu bugünlere taşıyan en önemli etken olmuştur.

Yıldız Moran’ın ilkbaharda Boğaz ya da karlar altında Sultanahmet fotoğrafları manzara konusunda kendisinin ustalığını gösterirken, Anadolu yolculuklarında yakaladığı an fotoğrafları da onlardan aşağı kalmıyordu. Ayrıca Moran, genelde sonsuz fon önünde çektiği portre fotoğraflarıyla büyük beğeni kazanıyor, Türkiye’nin o günlerdeki tanınmış simalarını bir daha unutulmayacak pozlarıyla fotoğraf tarihine armağan ediyordu.

Yıldız Moran’ın detay fotoğrafları ve soyutlamaları da üzerine eğilmemiz gereken önemli bir alandır. Moran, özelikle Anadolu’da çektiği fotoğraflarda insanların yaşamlarını anlattığı fotoğrafların yanında farklı detayları da çekmiştir. İşlevinden kopardığı nesneler, gölge fotoğrafları, doğanın ve insanların bıraktığı izler, onun fotoğraflarında siyah beyazın soyut başyapıtlarına dönüşmüşlerdir. Kimsenin görmediğini, Yıldız Moran çekmiş ve fotoğrafın görünür dünyasına kazandırmıştır.

Ülkeler ve sanatları zaman içinde rüzgar tünellerinden geçerlerken, elbette farklı bir forma kavuşacaklardır. Bazen popüler kültürün üretimleri, sanat tarihi içinde yapıt olamadan “kitsch” olur, bazen de yıllar sonra yeniden keşfedilerek başyapıt mertebesine ulaşır. Bunun bir formülü yoktur. Bazı yapıtların içine sanatçısının gizlediği değer, her şeyi aşarak tüm pırıltısıyla ortaya çıkar. Üzerinden 300 yıldan fazla zaman geçmesine ve ardından gelen yüzlerce besteci olmasına rağmen Johann Sebastian Bach’ın eserlerinin insanlar tarafından hala dinlenmesi, konserlerde seslendirilmesi ve kayıtlarının yapılması bu konuda verebileceğimiz en güçlü örneklerden biridir. Akıp giden zaman, ülkemiz fotoğrafçılığının en önemli değerlerinden Yıldız Moran’ın fotoğraflarını da olumlu yönde etkilenmiştir.

Yıldız Moran fotoğraflarında nostalji perdesini aradan çıkardıktan sonra, kalan gizli estetiğin hemen farkına varırız. Aslında bu biçimde nedeni ararken sonuca da ulaşırız. Bugün, Türkiye’nin fotoğraf tarihine baktığımızda kraliçesi hiç kuşkusuz Yıldız Moran’dır. Üstelik bu kraliçelik, uluslararası podyum  için de geçerlidir. Kısa süreli fotoğraf hayatına rağmen Moran, fotoğrafa kattığı tartışmasız nitelik ve sanatsal estetikle, 21. yüzyılda yalnızca küratörleri ve fotoğrafçıları değil, sanat izleyicilerinin de gönüllerini fethetmeyi sürdürmektedir.

Yıldız Moran’ın fotoğraflarının değerlendirmesini yaparken, hem bu fotoğrafların çekildiği 1950’lileri, hem de fotoğrafların yeni bir bakış ile ele alındığı 1980’li yılları incelemek ve aradaki değişimlere bakmak daha sağlıklı olacaktır. Bu dönem, bilgisayarın hayatımıza girdiği, internetin kullanılmaya başlandığı, yabancı sanat kitaplarının ithal edildiği ve bu kitapların Türkçe çevrilerinin yapıldığı ayrıcalıklı bir döneme karşılık gelir. Sanatta gerçek anlamda bir kopmanın yaşandığı bu zaman diliminde, yapıtlar daha öncekinden farklı kriterler üzerinden değerlendiriliyordu.

Yeni gelen kuşaklar da fotoğraf serüvenlerini, güncel olanın önem kazandığı bu bakış üzerinden sürdürüyorlardı. Ama çıkışlarını o günlerde yapan bu fotoğrafçıların birçoğu da kendi özgün yollarını bulmaya ve var olanları stilleri geliştirmeye başlamışlardı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında ülke şartlarını dünyanın tek gerçekliği olarak görmemek, Türk sanatçısı ve sanatseverini farklı bir varoluş doğrultusunda tavır almaya zorlamıştır. Tüm bunların sonucunda, bireyin duruşunda da farklılıklar oluşmuştur. Bu içe kapanma sürecinden, her olumsuzluğa rağmen kültür ve sanat dünyası avantajlı çıkmıştı.

Fotografik alt yapısını 1950’lerin ilk yarısında tamamlamış olan Yıldız Moran’ın fotoğraflarını doğru okuyabilmek için, 1980’lerde yaygınlaşan fotoğraf sanatı kuramlarından sıklıkla yardım görmekteyiz. Susan Sontag, John Berger ve Roland Barthes gibi fotoğraf üzerine düşünüp yazan sanat kuramcıların fotoğraf okumasına getirdiği yeni bakış açıları vardır. Genel anlamda 2000’li yıllar Yıldız Moran’ı ve fotoğraflarını anlamak için gereken altyapının oluştuğu önemli bir dönem olmuştur.

Yıldız Moran fotoğraflarını değerli kılan, yapıtların üretiminden uzun süreler geçtikten sonra, farklı nedenlerle günışığına çıkaran sergi düzenleyicilerin ve küratörlerin karşılaştıkları olağanüstü etki ve gerçeklik duygusunun farklı boyuttaki estetiğidir. Sanat, tarih içinde yol alırken sadece yapıtlar değil, izleyicinin bakışı da değişmiştir. 2008 yılı, Yıldız Moran için adeta bir milattır. Ailesinin (Oğlu Olgun Arun ve eşi Nazlı Arun) sabırlı çalışmalarıyla arşivde yer alan fotoğraflar gün ışığına çıkartılmıştır.

1995’te aramızdan ayrılan Yıldız Moran’ın, yaşarken açtığı son sergisi üzerinden 18 yıl geçtikten sonra, 1998 yılında Adam Sanatevi’nde “Retrospektif-Vintage” sergisi açılmıştır. 2011 yılında “İsimsiz” başlıklı 12. İstanbul Bienali’nde Moran’ın fotoğrafları tüm dünyadan sanatseverlerle buluşmuş ve büyük ilgi görmüştü. 2013 yılında ise, Yıldız Moran’ın bugüne kadarki en geniş seçkisi “Zamansız Fotoğraflar” sergisi, Pera Müzesi’nin salonlarında ilk kez bir Türk sanatçı için yapılan kişisel bir retrospektif olmuştu. Özellikle bu sergiden sonra Yıldız Moran’ın fotoğrafları, bütün fotoğraf otoritelerinden tartışmasız kabul görmüştür. Onun fotoğraflarına taşıdığı, bir kavrayıştan daha çok bir dil olarak kabul edebileceğimiz özen ve çok seslilik kendisinden sonra gelen fotoğrafçılara örnek olmayı sürdürmektedir.

 

Bir Fotoğrafçı Olarak Yıldız Moran

Yaşama sevinci, evrene ve onun tüm oluşumlarına gösterilen saygı, yoğun çalışma ve üretime olan tutkuyla birleştiğinde, sanatın ortaya çıkması için tüm koşullar sağlanmış olur. Ama Yıldız Moran’ın fotoğraflarında var olan estetiği açıklamak için bundan daha fazla özelliğe bakmamız gerekir. Yıldız Moran fotoğrafına getirdiği yeniliklerle, sadece fotoğrafçıların değil, fotoğraf izleyicisinin algı düzleminde de farklı katmanlara dokunmuştur.

 

Yıldız Moran:

> Siyah beyaz geleneğin sadık bir izleyicisidir. Mükemmele yakın saptadığı fotoğraflarıyla dünyanın siyah beyaz ve grilerden oluştuğuna ve renk diye bir kavramın yeryüzünde olmadığına neredeyse hepimizi inandırmıştır.

> O yıllarda kimsede olmayan fotoğraf bilgisine sahiptir. Sanat tarihini, sanat kuramlarını, fotoğraf tarihini ve tekniğini iyi bilir. Ama çekeceği fotoğrafların karşısında mütevazı bir biçimde kendini konumlandırır. Konuya dayalı anların, tribüne oynayan fotoğrafların devrini erken tamamlayıp yok olacağını o günlerden tahmin etmiştir.

> İngiliz fotoğraf geleneğini, hem manzara hem de portre konusunda kendine örnek almıştır. Portrelerinde kişinin özelliklerini ortaya çıkaran sert ışığın kullanıldığı stüdyo yaklaşımını, manzaralarında ise ortak bir uzayın içinde anlamlı boşlukların olduğu sakin kompozisyonları yeğlemiştir.

> Rolleiflex 6x6cm makine, bir 35mm makine gibi göz hizasından doğrultulamadığı, göğüs hizasından kullanıldığı için, çektiği objeler normal bakışa göre biraz alt açıdandır. Bu da çekilen fotoğrafları yücelterek görüntüyü daha güçlü kılar. Ona bakan kişi, aslında tahmin ettiğinden en az 30-40 santimetre daha aşağıdan tarihe geçmek üzeredir. Fotoğrafçının yüzü, fotoğraf makinesinin objektifi ve fotoğrafını çektiği kişi arasında oluşan bu üçgen, sihirli fotoğrafların da formülünü içinde taşır. Bir de çift objektifli bu makinelerin, aynalı olmadığı için sağı solda, solu da sağda, yani yönleri değiştirerek gösterdiğini unutmamak gerekiyor.

> Rol çalan, seyirciyi avucunun içine alan, yakasına yapışan fotoğraflara rağbet etmez. Sessizce çeker fotoğraflarını. Sıradanmış gibi görünen, olağanüstü karelerdir objektifini doğrulttuğu anlar. Soyut anlar, kimsenin ilgisini çekmeyecek detaylar onun fotoğrafının başköşesinde ağırlanır. Fotoğraflarının genel özelliği hiçbir yerden rol çalmıyor oluşlarıdır. Sanatında biricik olduğu için, ne müridi olmuştur, ne de mürşidi; kalıplara girmeden, kendine özgüdür çektiği tüm fotoğraflar.

> Üçayağı asla hayatına sokmamıştır Moran. Evrenin hissettiği her salınımına bir yanıt vermek için, makinesi elinde, nesneler üzerinden anlara koşmak için tetikte bekler. Üzerine gitmedikçe, hiçbir şeyin gelmeyeceğini bilir. Stüdyoda bile üçayağı kullanmaz. Işıkla anları aynı noktada kesiştirir ve fotoğrafını çeker. Bir santimetre farkla kaçabilir fotoğraf, bir saniye farkla yakalanabilir. Bunu iyi bilir.

> Batı terbiyesi ile doğunun geleneğini kendi duyarlılığı üzerinden birleştirir. Profesyonel bir duruştansa sezgileriyle hareket etmeyi seçer. Gelmekte olan fotoğrafı hisseder. Gez-göz-arpacık aynı çizgideyse, tarihe mal olacak bir fotoğrafın çıkması için bütün koşullar hazır demektir.

> Fotoğrafın ortak ve evrensel dile sahip bir sanat olduğunun başından beri farkındadır. Bir ülkede çekilen bir fotoğrafın tıpkı bir müzik eseri gibi, başka bir gamda ya da makamda da olsa, bakanın yüreğinde aynı etkiyi yapacağını, görsel haliyle belleklerde kalacağını iyi bilir. O yüzden hangi coğrafyada fotoğraf çekerse çeksin, gizli ve özveriyle bakan herkes tarafından hissedileceğinden emin olarak yapıtlarını üretir.

> Batı eğitimi almıştır ama asla oryantalist olmamıştır. Aslında en çok modernizmin, yani yaşadığı döneme ait ortamın özüne yakışan yapıtlar üretmiştir. Avrupa gezisinde bir çeşit Magnum belgeselciliği sergilerken, Anadolu fotoğraflarında da epik bir tadı, lirik bir biçimde fotoğraflarına katmıştır. Onun fotoğraflarının kendine özgü olmasının en önemli nedeni budur.

> Fotoğraflarında asalet vardır. Objeleriyle arasına koyduğu saygılı mesafe, bitmiş fotoğrafa bakan izleyiciyi de etkileyecektir. Bir fotoğrafçının, bir konunun ne kadar yakınında olması gerektiğinin farkındadır. Geneli görmek ister, biraz dışında kalır çektiği fotoğrafın. Gerekirse baskı aşamasında o fotoğrafa yatay ya da dikey kadrajlar yaparak görsel orantılarını değiştirir.

> Fotoğrafına kattığı maya, insanlık tarihinden bu yana hiç ölmemiştir. Onunla çaprazlanan her gen, sağlam bir lezzete karşılık gelecektir. Teknik formül, estetiğin içinde saklıdır. Onun fotoğraflarındaki doğru tadı almak için iyi bir sanat izleyicisi olmak gerekir. İyi şeyleri sözcüklerle ifade etmek, bu konuda ne kadar mahir olsanız da neredeyse imkansızdır. Burada sözü fotoğraflara bırakmak gerekir.

> Işık ve kompozisyon, onun fotoğraflarında insanları yeniden ve bir fotoğrafa dönüştürmek için vardır. Felsefi anlamda bir insan, ister bir sanatçı olsun, ister ekinleri biçen bir köylü, paydaları eşitlendiğinde insan olarak aynı kıymettedir. Işığın önüne geçmez, ışıkla objenin arasına girmez; çocuklar, hayvanlar, çalışan insanlar, herkesin bir fotoğrafta kapladığı alan ve film yüzeyinde yakacağı gümüş aynıdır.

> Böylesine somut görüntülerin, böyle soyut tatlar taşıması, sadece şiirsellik değil, tüm evrensel değerler üzerinden bir güzellemedir. Fotoğrafları sorgulamaz, tasvir etmez, tahlil yapmaz, yargılamaz. Bizi dille betimlenemeyecek bir ortamın içine sessizce bırakıverir. Sadece bir insan olduğumuzu hatırlatır.

> Gönül gözüyle bakılmadığında asla görülmeyecek olanı katmıştır fotoğraflarının içine. Bu yüzden, çektiği fotoğraflara içtenlikle bakacak nitelikli izleyiciye ve bu izleyicilerin özenli bakışlarına gereksinimi vardır. Kültürle kutsanmış, üretime saygılı, önyargısız bir bakış; insana baktığını gördüren, evrenin tüm sırları da burada gizli değil midir zaten?

> Fotoğraflarının zamansız olduğu bir yorum değil, gerçekliktir. Hem çekildiği, hem de okumasının yapıldığı dönemlerde, yılları, coğrafyaları saf dışı bırakan özelliğe sahip olan bu fotoğraflar, zamanın soyut denizlerinde devinimlerini sonsuza sürdürürler. Coğrafyalar değişmiş, insanlar ölmüş, bir sürü olay yaşanmış ama anlar kalmıştır. Onun fotoğraflarında zamanla ilgili söyleyeceğimiz tek şey, bu fotoğrafların altına düşülmüş olan tarihlerdir.

> Kültürlü bir ailenin kızı, akademik eğitim almış bir kadın, elindeki makinesiyle dünyayı kavramaya yeminli bir fotoğrafçı, evrensel bir dili en ince ayrıntısıyla kendi sözcükleri üzerinden anlatmayı kendisine görev edinmiş bir sanatçıdır. Kadın duyarlılığı, özellikle kadınların fotoğraflarını çekerken onun için belirleyici olmuştur. Yıldız Moran, önce insan, sonra fotoğrafçıdır ve kendine özgü bakış açısını, duygu ile sanat güzergahı arasında, çektiği tüm fotoğraflara ustalıkla yerleştirmiştir. İnandığı tüm değerler ve evreni algılayış biçimi, onu fotoğrafın kraliçesi yapmıştır.

 

Başlamak ve Bırakmak

 

İKİLEM

Sevgi ise, sevişeceğiz seninle..

Kavga ise, dövüşeceğiz seninle..

Ölümü de paylaştığımız yaşamda

Ortaklaşa bölüşeceğiz seninle.

Özdemir Asaf

 

Başlamak bir seçimdir. Tıpkı bırakmak gibi... İnsan hisseder, düşünür ve karar verir. Varoluşundaki bu özellik, onu bu dünyada bir şeyler yapmak için geldiğine ikna eder. Eylemsizliğin de bir seçim olması gibi, insanın kendini sürekli bir şey yapmaya itmesi de seçimlerinin arasında sayılır.

Bireyin psikolojisi, ailesinin donanımı, yakın çevre, dost ve arkadaşların üzerindeki etkileri, ileride gün yüzüne çıkmayı bekleyen genetik özellikleriyle birleştiğinde o kişi sosyal yapının bir parçası olarak benimsenecek, ondan sonra o adla anılacak, o şekilde tanınacaktır. Bireysel yeteneği ise, onu toplumdaki diğer kişilerden ayıran biricik özelliği olacaktır.

İnsan hayat ile ilgili seçimlerini yaparken bir yandan da birileri tarafından seçilmektedir. Evren ile karşılıklı temasımız bizi biçimlendirir; şu an bulunduğumuz yer yaptığımız seçimin sonucudur. Yaşamın koridorlarından geçerken önemli seçimler yaparız; ya gideriz ya da kalırız. İnsanın yaşamında birçok fırsat vardır ama kişi bazen kendisi, bazen de çevresinin etkisiyle kararını verir. Karar, evrene tutulmak için verilen sözdür; elbette tüm sonuçlarına katlanmak koşuluyla.

Yıldız Moran, Cumhuriyet Dönemi Türkiye fotoğraf sanatında, yapıtlarıyla hepimizi etkileyen görkemli bir dağ gibidir. Yüceliğini anlamak, değerini kavramak için onun hayatına ve yapıtlarına uzun uzun ve dikkatlice bakmak gerekir. Moran’ın fotoğraflarında yansıttığı atmosfer, adeta sihirli bir dağ masalından kopup gelmiştir. Ülkemiz fotoğraf sanatı, Yıldız Moran’a, özünde insan sevgisinin yattığı bambaşka bir dili öğrettiği için teşekkür borçludur.

Moran, erkek egemenliğinde olan ülkemizin fotoğraf sahnesine bir kadın olarak çıkmıştır. Bir kısmını bildiğimiz, bir kısmı sadece kendisinde saklı olan birçok sorun yaşamıştır. Ama fotoğraf tutkusu, çalışkanlığı ve kararlılığıyla tüm sorunların üstesinden gelmiştir. O günlerden farkına vardığı duyarlılığını sanatı aracılığıyla, ileride büyük bir hayranlıkla anılacak fotoğraflara ustalıkla aktarmayı bilmiştir. Fotoğraflarına kattığı değer, günümüz sanatının ideal yapıtlarıyla aynı çizgide kesişmektedir.

Eğer fotoğraf bir dil ise, Yıldız Moran onu, bu dile yakışacak en güzel aksanla konuşur. Onu dinlemeye doyamazsınız. Ve bize vade olarak 12 dünya yılını verir. Sanki içinde 40.000 kitap olan eski bir konağı terk eder gibi, sessizce hayatımızdan çıkıp gider. Onu tıpkı bir fotoğrafın soluk anısı gibi kalbimizin derinliklerinde saklar; ellerinden ve yanaklarından öpüp, geldiği denizlere yeniden bırakırız.

Yıllar geçmiş, mevsimler değişmiş, dönemler kapanmış, dünya yeni bir bin yıla girmiş ve dağın tepesindeki karların erimesiyle, Yıldız Moran’ın fotoğraf sanatında ne yapmak istediği ve fotoğrafımıza sağladığı katkılar tüm ayrıntısıyla iyice ortaya çıkmıştır. Yıldız Moran yaşamının en güzel dönemini fotoğrafa ayırarak, bizlere yepyeni bir dünyanın ipuçlarını sunmuştur.

İyi ki vardınız Yıldız Moran, iyi ki varsınız.

 

Merih Akoğul

Eylül 2017

 

 

  1. Yüksel Söylemez, Sanat Âleminde, Kapanmayacak Bir Sergi, Son Saat , 6 Mart 1955

  2. Yüksel Söylemez, Sanat Âleminde, Kapanmayacak Bir Sergi, Son Saat , 6 Mart 1955

  3. Yüksel Söylemez, Sanat Âleminde, Kapanmayacak Bir Sergi, Son Saat , 6 Mart 1955

  4. Selma Yazoğlu, Yıldız Moran Neler Yapmak istiyor?, Yirminci Asır, 23 Mayıs 1957

  5. Bir Konuğumuz Var: Türkiye’nin İlk Kadın Fotoğrafçısı Yıldız Moran, Ses Dergisi, s.25, 15 Haziran 1983

  6. Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Fotoğrafı 1923–1960, Seyit Ali Ak, Remzi Kitabevi, Nisan 2001

  7. “Yıldız Moran ve Fotoğraf Sanatı”, Özdemir Asaf, Cumhuriyet, 28 Kasım 1970

  8. Camera Lucida, Roland Barthes, Çev. Reha Akçakaya, Altıkırkbeş Yayın, s. 22

bottom of page