top of page

ARTICLES

​CORNER / KÖŞE, Prince Islands, Istanbul, Turkey 1954

CORNER / KÖŞE, Prince Islands, Istanbul, Turkey 1954

Prof. Yusuf Murat Şen

Sanat ve Edebiyatta Kadın Sempozyumu

Mayıs 2014

Erken Çekilmiş Fotoğrafların Fotoğrafçısı: Yıldız Moran

 

Maalesef kadın olmanın hala zor olduğu ülkemizde başarı gösterebilmeyi başaran kadınlarımızın erkeklerden birkaç kat fazla efor sarf ederek bu noktalara geldiğini kabul etmemiz gerek. Bu sebeple yalnızca Yıldız Moran’ ı değil bu coğrafyada yetişmiş Naciye Suman’ı, Semiha Es’i, Maryam Şahinyan’ı, Eleni Küreman’ı ve ismi bilinen, bilinmeyen tüm kadın fotoğrafçılarımızı saygıyla anıyorum.

 

Eğitimli bir ailenin kızı olarak 1932 yılında İstanbul’da doğan Yıldız Moran’ın babası Vahit Moran İlk Türkçe- İngilizce büyük sözlüğünün yazarıdır. Teyzesi Müfide Ferit Tek edebiyatçı yazardır. Dayısı ünlü sanat tarihçisi Mazhar Şevket İpşiroğlu, yengesi Nazan İpşiroğlu’ dur.

 

Eğitime önem veren Vahit Moran çocuklarının eğitimini birinci planda tutar. Robert Kolej’e giden Yıldız Moran ise son sınıftayken sınıfta kalınca okuldan ayrılır. Dayısının önerisi üzerine fotoğraf okumak üzere İngiltere’ye gider. İlk olarak 1951 yılında Bloomsbury Tecnical College’a gider. Okulunun kamera kulübünün açtığı yarışmada bronz yıldız ödülünü alır. Daha sonra bu okuldaki salt teknik olan eğitim ile yetinmeyerek Ealing Tecnical College & School of Art’a giderek buradan 1954 yılında mezun olur. Britanya’nın ünlü portre fotoğrafçısı Angus Mc Bean’in asistanı John Vickers’ın yanında staj yapar. Ondan iyi bir portre stüdyosu kurabilmek için teknik bilgiler ve öneriler alır. Avrupa’da gittiği bir çok ülkede fotoğraflar çeker ve bu fotoğraflarla İngiltere’de sergiler açar. 1953 yılında açtığı ilk sergisindeki yirmi beş fotoğrafın tamamı satılır. Ardından yine İngiltere’de beş sergi daha açar. İtalyan Fotoğraf Kulübüne üye olur.

 

1954 yılında Eğitimini tamamlayarak yurda dönen Yıldız Moran dayısı Mazhar İpşiroğlu ile yurt gezilerine çıkar. Bir çok bölgeye ve şehire giderek fotoğraflar çeker. Daha sonra 1955 yılında Beyoğlu’nda Adalet Cimcoz’un sahibi olduğu Maya Sanat Galerisi’nin üst katında bir stüdyo açarak profesyonel olarak fotoğrafçılığa başlar. İdeali öncelikle bir portre stüdyosu kurmak olan Yıldız Moran sanat çevresinden bir çok ünlünün portrelerini çeker. Genellikle ışık ve gölgenin baskın rol oynadığı dramatik ışık içinde kişilerin doğal ruh hallerini yansıtmaya çalışır. Stüdyosunda portre çalışmaları dışında endüstriyel çekimler ve kartpostal çalışmaları yapar. Kendi stüdyosu aynı zamanda bir sanat galerisi gibidir. Stüdyosunda ilk olarak yurtdışında çekmiş olduğu fotoğraflarla bir sergi açar. 1956 yılında Hilton Oteli’nde, 1957 yılında da Moderno Galeri’de birer sergi açar. Ellili yıllarda yurt içinde birçok sergi açan Yıldız Moran bu sefer 1962 yılında Edinburg’da İngiltere’de Türkiye’nin insanını, yaşamını ve doğasını tanıtmak üzere bir sergi açar. 1970 -74 ve 76 yıllarında yurtiçinde açtığı sergiler ise retrospektif niteliktedir.

 

Yurda döndüğünde iyi bir matbaa arayışı içindeyken tanıştığı Özdemir Asaf bir süre sonra Yıldız Moran’ın hayatının akışını tümden değiştirecektir. 1963 yılında evlendiği Özdemir Asaf ‘tan üç çocuğu olan Yıldız Moran tutkuyla bağlandığı fotoğraftan uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Fotoğrafı bırakma hikâyesini şimdi kendisi de aramızda olmayan önemli fotoğraf tarihi araştırmacımız Seyit Ali Ak ile yaptıkları bir söyleşiden aktaralım: “On yıl kadar hep tekrar başlamayı umdum. Ama arayı açtıktan sonra çok zor. Acımasız bir konu. Çok geniş olanakları var. Çok güzel bir anlatım yolu. Düzeyini korumak için büyük çaba gerekli. Her sanatta olduğu gibi. Yarım olacak iş değil. Hiç yapmamak daha iyi.” diye bahseder Yıldız Moran. Çünkü yapılacak her işin tutkuyla ve hakkını vererek yapılması gerektiğine inanıyordu.

 

Yıldız Moran’ın fotoğraf hakkındaki görüşlerine değinecek olursak;

 

Bir röportajında şunları söyler:

“Konu insandır benim için. Ben onunla iki insan olarak bağımı kurarım. Fotoğrafçı olmam hiçbir zaman ön planda değildir. İkimiz selamlaşırız, konuşur dertleşiriz. Yakınlık kurulur. Ben bu arada açımı arar, yerimi bulur, çerçevemi saptarım. Karşımdaki insan kendiliği içindedir. Neyse odur kısacası. Fotoğrafımı çekerim. Ondan sonra, artık benim işim bitmiş onunla bir alacağım vereceğim kalmamışçasına hemen uzaklaşmam oradan. Başladığım gibi gene onunla konuşur, vedalaşır öyle ayrılırım.” 

 

İşte Yıldız moran’ın bu sözleri bize 1955 yılında açılmış efsanevi The Family of Man sergisini anımsatır.

 

Bu sergi yer kürede yaşayan insanları tümüyle kavrayan, hepsini tek adam tek kadın tek çocuk olarak görüp hümanizmi canlandırmaya çalışan bir sergidir. Küratör Edward Steichen’in tasarladığı ve Moma tarafından organize edilen bu sergi öyle büyük bir sergidir ki 68 ülkeden 503 adet fotoğraf sergilenmiştir. Bu sergi, insanlığın acılarını, kederlerini, yalnızlıklarını anlamaya çalışırken sevgiyi ve tutkuyu yücelterek tüm duyguları kavrar.

 

İşte Yıldız Moran’ın insanlara ve çevresine aynı hümanizmayla yaklaştığını görürüz. Konunun en yakınından en derin duyguları ve anlamları bulmaya çalışır.

 

1983 yılında Ses dergisinde yayınlanan röportajında öznel fotoğraf yaklaşımından şu şekilde bahseder:

“Fotoğrafın bir başka yönü daha var: sübjektif yönü. Gazete röportajı ile şairi ayıran yön. Kalemi nasıl birçok şey için kullanabilirseniz makineyi de öyle. Şair hangi vezinle, hangi kalıpla şiir yazmayı seçip, içeriği dolduracaksa, fotoğrafçı da kendine en uygun fotoğraf makinesini bulmakla yükümlüdür.  Her iki dalda da sonuçta şiirsellik, estetik yoksa başarısızdır. Konuya saygılı yaklaşım büyük önem taşır. Fotoğraf makinesi objektif bir algılayış biçimi olarak bellendiğinden her fotoğrafın objektif bir görüntü olduğu kanısı yaygındır. Oysa fotoğraf çekileceği açıdan, çekileceği andan, çekenin görüş açısından kaynaklanan nedenle çok da çarpıtılabilir. O zaman çok tehlikeli bir silahtır.”

 

Yıldız Moran yine bir röportajında belirttiği üzere;

“Fotoğraf yirmi dört saat düşünülen, yaşanılan, ikinci plana atılamayacak bir konudur. İnsana, hayata özgü bir aşamanın bir yerini, kavramsal olarak dolu, yoğun, ağırlıklı olarak verebilen kişidir fotoğrafçı.”

 

O Anadolu insanını bir heykel gibi anıtlaştırır. Bakışlardaki derin anlamı arar ve ifadelerdeki sonsuzlukla onları ikonalara dönüştürür.

 

Anadolu’ya Othmar Pherschy’nin kararlı ve dengeli tutumundan farklı olarak farklı uzaklıklardan bakmayı dener. Anadolu’yu bazen daha uzak minimal bir bakışla yalnızlaştırır. Bazen de yakın bir bakışla detaylardaki kültürel kodları arar durur. Onun detayları salt bir grafik arayış değildir. Çoğunlukla detaylarda var olan anlamları arayarak kavramsal bir bakış sunar.

Yıldız Moran’ın Anadolu’ya bakışı bir batılı gibidir. Ancak bu bakış kesinlikle oryantalist bir bakış değildir. Çünkü O Anadolu insanı ile kurduğu diyaloglarla konusunun dibine kadar girer uzaktan görüntü avlamaz. Hayal kurmaz konunun derinliklerindeki anlamları bulup çıkarmaya çalışır. O güne kadar görülmeyeni görmeye ve göstermeye çalışır.

 

Batıda fotoğraf eğitimi almış ve yaşamış olmanın kazandırdığı düşünce yapısıyla kültürel kodları ve yerel değerleri gözetler keşfeder, ancak Türkiye’li bir insan ve fotoğrafçı olarak konusuna yaklaşır, mutlaka diyalog kurar.

 

Yıldız Moran başka bir röportajında:

 

“Anadolu olağanüstü renkli bir cennet fotoğraf için. Çünkü insanlar yalın, onlara ulaşmak kolay. Ne var ki Anadolu’daki rengi evrensele ve her zaman geçerli kavramlara bağlamadığınız sürece, bence o fotoğraf amacına ulaşmamıştır.”

diye ifade eder.

 

Fotoğraf ürettiği yıllarda ve sonrasında dikkatleri üzerine çekerek çok ilgi gören Yıldız Moran hep o ilgiye layık olmaya çalıştığını ifade ederken şunları söylüyor:

 

“Ne var ki insanın kendi içinde savaşı var. Fotoğrafın kavramını bulmaktı sorun. Onu bulup geliştirmek. Fotoğraf sanatının bana göre ve benim seçtiğim yöndeki sınırlarını zorlama ve buna yönlenme gerekiyordu. Bunda Özdemir Asaf’ın çok rolü oldu. Bazen çok geniş, derin, renkli bir dünya sundu. Onun içerik yönünden zihinsel gelişme yönünden sınırsız yararı oldu.”

 

Seyit Ali Ak, Yıldız Moran’ın fotoğraf yaşamında üzerinde durulması gerekli en önemli şeylerden birinin yaşamını evleninceye kadar fotoğraf sanatından kazandığı parayla devam ettirmesi olduğunu ifade eder.

 

Şimdi de Yıldız Moran’ı Cumhuriyet dönemi Türk Fotoğraf Sanatı, fotoğraf eğitimi ve ellili yılların koşulları içinde konumlandırmaya çalışmakta fayda vardır.

 

Cumhuriyetin erken döneminde Vedat Nedim Tör’ün Basın Yayın Genel Müdürlüğü 1933-1937 döneminde Genç Cumhuriyeti dünyaya tanıtma amacıyla çıkarılan yabancı dildeki yayınlarda kullanılan fotoğraflar, ülkede fotoğrafın güzel sanatlar katına yükselmesine neden olmuştur. Almanya’da günün ileri teknolojisi ile bastırılan “Fotoğrafla Türkiye” adlı albümün tüm fotoğraflarını, yaşamının yaklaşık 40 yılını Türkiye’de geçirecek olan Avusturya asıllı Othmar Pferschy çekmiştir. Pferschy’nin çalışmalarına egemen olan yalınlık, ölçü ve düzen anlayışı fotoğrafa gönül veren günün gençlerine örnek olmuştur (Seyit Ali Ak sf. 18-19).

 

1930 lu yıllar Türkiye’de amatör fotoğraf üretimi yapan gençlerin gruplaşmaya başladığı yıllardır. İlhan Arakon, Münif Fehim, İhsan Erkılıç bu oluşumun öncülerindendir.

 

İlhan Arakon “Yeniler Grubu” nun “Liman” sergisine fotoğraflarıyla katılarak Türkiye’de ilk kez ressamlar arasında bir fotoğrafçı olarak yer almıştır.

 

Cumhuriyet döneminde Batı’daki Fotoğraf dünyasını içinde deneyimleyip gözlemleyen ilk kişiler ise Şinasi Barutçu ve Zeki Faik İzer olmuştur. Türkiye’de fotoğraf derslerinin de ilk olarak Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Şinasi Barutçu tarafından 1932 yılında verilmeye başladığını biliyoruz. Zeki Faik İzer’in de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1938 yılında bir fotoğraf atölyesi kurduğunu kayıtlarda görürüz. Zeki Faik İzer’in Paris’te çalıştığı fotoğraf stüdyosunda tanışma fırsatı bulduğu Man Ray’den etkilenerek yaptığı solarizasyon çalışmaları bulunmaktaydı. Bu yönüyle Zeki Faik İzer’i 1950 öncesi aykırı çalışmalar üreten Türk Fotoğrafçısı olarak tanımlayabiliriz.

 

İlk fotoğraf kulübü olan Türkiye Amatör Foto Kulübü (TAFK) Şinasi Barutçu’nun öncülüğünde 1950 yılında kurulur. Amatör fotoğraf sergileri açılmaya başlar. Hatta kapanma tehlikesi geçiren Maya Sanat Galerisi’ne destek olsun diye yardım sergileri organize edilir.

 

Türk Fotoğraf sanatı adına önemli kilometre taşlarından birisi de Baha Gelenbevi’dir. Baha Gelenbevi fotoğrafın kalıplarını kırma eğiliminde olan, gerçeğin arkasındaki anlamın peşinden giden bir yapıya sahiptir (Seyit Ali Ak, sf 214). İlk sergisini 1939 da Eminönü Halkevinde açan Gelenbevi’nin 1954 yılında Maya Sanat Galerisi’nde de açmış olduğu bir sergisi vardır. 1963 yılında Beyoğlu Şehir Galerisi’nde açtığı “Fotografi Enformel” başlıklı sergi broşüründe kaleme aldığı düşünceleri de oldukça ilginçtir. Fotoğrafın has malzemeleri olan duyarlı tabaka, objektif ve ışık üçleminden “ışığı” ressamın fırçası gibi kullanarak foto-hayal kurmaya yöneldiğini ve bu sayede fotoğrafın özüne ulaşmaya çalıştığını ifade eder.

 

1950 li yıllar Türk fotoğraf sahnesinde birçok ismin yer almaya başladığı yıllar olmuştur. Ara Güler, Fikret Otyam, Ozan Sağdıç, Sami Güner, Cafer Türkmen gibi daha birçok önemli isimi sayabiliriz.

 

1950 li yıllar aynı zamanda Türkiye’de basım yayın anlamında da yeniliklerin yaşandığı yıllar olmuştur. 6 Nisan 1956 yılında basım hayatına giren Hayat mecmuası tifdrük baskı tekniğiyle dikkatleri üzerine çekmişti. Ara Güler’in 1961 yılına kadar fotoğraf bölümü şefi olarak çalıştığı Hayat mecmuasında fotoğrafın ozanı olarak nitelendirilen Ozan Sağdıç’ın da etkili fotoğrafları ve röportajları yer almıştır. Yayına başlamasından bir süre sonra baskı kâğıdı sıkıntısı çekilir ve yurtdışından getirtilen ithal kâğıtlarla bu sefer renkli olarak basılmaya devam eder. Okuyucuların etkili fotografik görüntülerle ve optik olarak kaydedilen dünyayla bağ kurmaları sağlanmıştır.

 

Aynı yıllarda Türkiye’yi güzel ve renkli görüntülerle dünyaya göstermeye çalışan ilginç bir kişilik daha vardı. İsmi Çetin Gökçeatam. Amerika’da üniversite okurken kendisine gönderilen siyah beyaz Türkiye fotoğraflarından utanarak kimselere gösteremez ve yurda dönünce 1954- 1955 yılında Türkiye’yi tanıtan ilk renkli kartpostalları bastırır.  Fotoğraf çekmeyi bilmezken 4x5 inch Linhof teknik kamerayla fotoğrafa başlayan Gökçeatam, Ankara’nın ve turistik bölgelerin ilk renkli fotoğraflarını çekerek Amerika’da kartpostal olarak bastırır. Bir süre sonra nitelikli renkli baskı yapan matbaaların oluşmasıyla Türkiye’de kartpostallarını bastırır. Zaten Gökçeatam’ın peşi sıra Doğan Kardeş Yayınları da zengin yurt kartpostalları serisine başlamıştır.

 

İşte bu noktada Yıldız Moran’ın kartpostallarını daha doğrusu fotokartlarını incelediğimizde aslında ellili yılların bu oluşumlarından biraz farklı bir tepkiyi görürüz. Kartpostallarını bastıracak iyi bir matbaa arayışı içindeki Moran hayatına bambaşka bir yön verecek kişi Özdemir Asaf ile tanışır ve daha sonra da evlenir. Hiç renkli fotoğraf çekmemiş olan Moran aslında matbaada fotoğraflarını daha iyi sunabilecek yazılı bir paspartu veya katlamalı karton bir taşıyıcının peşindedir. Döneminin bu yeni oluşumlarının dışında bir tutum sergileyerek aslında sanatsal siyah beyaz fotoğraflarını yaymak peşindedir. Her ne kadar ağırlıklı olarak satılabilir olduğunu düşündüğü İstanbul görüntülerini fotokartlaştırmış olsa da onun fotokartları geleneksel fotokartlardan çok ayrıksı durur. Sanki gösterilen yerin tanıtımı değil de ışık gölge oyunları ile görsel bir şiirin peşindedir. Karlar altındaki İstanbul’un farklı bakış açıları ile çekilmiş görüntüleri tıpkı ondan yıllar önce Ali Enis tarafından çekilen karlı görüntüler gibidir. Çünkü Ali Enis’in görüntüleri Othmar Pferschy’nin dengeli görüntülerinden daha yalın ve minimaldir.

 

Yıldız Moran Anadolu insanının ifadelerindeki derin anlamları arar. Onları çevresinden koparmadan olduğu halleriyle kaydeder. Ancak Henri Cartier Bresson’un “karar anı” görüşü Yıldız Moran için çoğunlukla derin anlamların ifadesi için geçerlidir. Yoksa konusunun en dibine kadar girip onunla güçlü bir diyaloğa girmeden fotoğrafını çekmez. Görüntülerini avlamaz, kurgular.

 

Savaş sonrası yıllarının fotografik malzeme yokluğunun hala yaşandığı yıllarda bilerek ve isteyerek detaylara yönelmesi, oralardan anlamlar çıkarmaya çalışması ile fotoğrafa olan farklı bakışını ispatlar.

 

Sosyal belgesel fotoğrafın yüceltildiği ve fotoğraftaki göndergenin, görüntünün önüne geçtiği dönemde bir portre fotoğrafçısı yaklaşımıyla objesi olan insanların fiziksel özelliklerinin ötesine geçmeye ve ifadelerindeki derin anlamlara ulaşmaya çalışır. Bunu yaparken fotoğrafın ana objesini çevresinden kesinlikle soyutlamaz ve görüntüye istemeden girdiğini düşündüğünüz diğer figürler de sosyal çevresine dair bilgi akışı sağlar.

 

Çoğu zaman yerel motifleri ve değerleri araştırır. Batılı bir fotoğrafçının algılayabileceği farklı folklorik değerleri ve detayları görür, ancak oryantalist tavırla değil de bu coğrafyanın insanı olarak fotoğraflar. Afrika'dan Mali’li fotoğrafçılar Seydou Keita ve Malick Sidibe’nin zengin yerel motifler içeren fotoğrafları nasıl Amerikan sanat dünyasının dikkatini çektiyse benzer motif arayışlarını Yıldız Moran’ın fotoğraflarında sıklıkla görürüz. Hatta kadrajı birçok kez insanların yüzlerinden ve bakışlarından da soyutlayarak detaylardaki yaşamsal ipuçlarını arar. İlk bakışta ışık ve gölgenin oluşturduğu grafik yapının fotoğraflandığı zannedilse de bu tarz fotoğrafları genel olarak ele alındıklarında aslında yerel folklorik detayların ve anlamların peşinde olduğunu fark ederiz. Ama bu bakış ve kadrajlama Türk Fotoğrafı içinde dönemine hiç uymayan bir soyutlamayı gösterir.

 

Prof. Yusuf Murat Şen

Mayıs 2014

T.C. Marmara Üniversitesi

Fen - Edebiyat Fakültesi 

Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü

Sanat ve Edebiyatta Kadın Sempozyumu

5-6 Mayıs 2014

bottom of page