top of page

ARTICLES

​SVETLANA KASSASINOVA, London, England 1952

SVETLANA KASSESINOVA, London, England 1952

Sadi Günel

Halkçı Gazetesi

10 Haziran 1955

Orijinal Bir Sergi:

Fotoğrafçı ve Güzellik

 

Yıldız Moran’ın Fotoğraf Sergisi güzellik ve zarafetin en güzel numunelerini bir araya getiren çok mühim bir san’at hareketi sayılmalıdır.

 

Tabiatın güzelliği cömertçe bağışladığı yerlerde, zarafet kendiliğinden doğar. Bunu ben söylesem, pek aldıran olmazdı ama, büyük filozof Eflatun’un bu söz. Onun için üzerinde düşünmeğe değer. Bu lafların yarattığı hayal üzerinde durunca, bugünlerde akla gelebilecek en uygun şey, Haziran’ın dördüncü günü Sanatsevenler Kulübü’ndeki fotoğraf sergisi olacak galiba…

 

Bir hafta sürecek olan bu orijinal sergiyi henüz görmemiş olanlara salık veririm. Reklâm bile sayılsa bu dileğim, değer doğrusu. Yeter ki, bizim Yazı işleri Müdürünün gözünden kaçsın. Bu kadar güzellik uğruna, onu bile atlatmağı göze alıyorum.

 

Geçen Cumartesi, bütün Ankara sanat ve güzellik severlerini oraya toplayamadıklarına yanıyorum. Gelenler sadece o nefis fotoğrafları değil, güzelliklerle zarafetin de en hoş örneklerini göreceklerdi. Bu zevkten mahrum kalanları büsbütün imrendirmek, için ben elimden geleni yapacağım şuracıkta... Dedim ya, övülmeğe değer, memleketimizde ilk defa yapılan bu iş... Fakat, sanat gönüllülerinin kınadıkları bir hata da işlendi, serginin açılışından bir gün sonra.

 

Bunun zararını, açılış töreninde bulunmayanlarla, doyamayıp, iki üç kere gitmeğe kalkışanlar çekecek. Bu konuda en çok söz söylemeğe, sanat anlayışına ve bu türlü resimler çekişine göre hak kazanan ve ne yazık ki, ikinci gidişinde kapıdan dönen bir dostumdan işittim: Bakmışlar ki sergiye rağbet fazla, tutmuş bir giriş ücreti almağa kalkışmışlar. Bu işe, resimlerine biraz fazla dünyalık isteyen, sergi sahibi sanatçının mı, yoksa Kulübün mü karar verdiğini araştırmağa lüzum görmedim. Benim bildiğim, istenen paranın on mislini de böyle bir sanat için harcamaktan çekinmeyen sanatseverin, hem de bu konularda, Fransız dergilerine yazı yazmak yetkisinde olan dostumun, hemen geri dönmesidir. Mümkün olduğu kadar fazla ziyafetçi kazanılmanın ön panda tutulması gereken böyle bir sergide, müze usulünün ele alınması, pek yadırgandı. İlgililerin dikkatini çekerim.

 

Bu tatsız şeyi unutup, dönelim güzelliklere.

 

Misafirlere fotoğrafları hakkında açıklamalar yapmaktan vakit bulamayan Yıldız Moran’ı arada bir’ ele geçirip bilgi alabilmek için, ne ter döktüm bilemezsiniz. 1950 yılında kendi parasıyla Londra’ya gidip, böyle orijinal bir konuda ilk Türk kadını olarak tahsil gören sanatçı’yı, bu işe, dayısı, İstanbul Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Tarihi Profesörü Mazhar Şevket İpşiroğlu teşvik etmiş. Blomsbury Technical College ve Ealing Technical College’de fotoğrafçılığa çalışan Yıldız Moran ünlü bir çok fotoğrafçıların yanında etüdler yapmış. 1954 Temmuzunda İstanbul’a dönmüş. Beyoğlu’ndaki Maya Galerisi’nin üstüde bir stüdyo açmış.

 

Ben tek başıma çalışır, bütün işlerin bir elden çıkmasını isterim, diyor. Developmanla (Yıkama) baskı arasında bile öyle nüans birlikleri yaratmak gerekir ki, istenen tonu, ancak bir el verebilir. “Çek beni” diyen her şeyin resmini çekerim. Bu konuda, tabiat da insanlar gibi konuşur. Sanatçıyı kendine yaklaştırır.

 

Kendisi kadar, fotoğrafla ilgili seyircilerinin de belirttikleri gibi, siyah beyaz kontrastlarındaki başarısının yanında, tonlarda da iyi sonuçlar almasını biliyor genç sanatçı. Ne yazık ki, terzi söküğünü dikemez, mum dibine ışık vermez, sözlerine sembol olacak şekilde kendi resmi yok. Buna karşılık evinde misafir kaldığı sempatik Bülent Sokullu’nun bol bol portrelerini sıralamış. Kıskandığım için söylediğimi sanmayın; görüşlerini sorduğum her hanımefendi, şu nefis beyaz kostümü, iri beyaz çiçekli, geniş kenarlı tül şapkasıyla Bülent Sokullu’nun fotoğraflarından çok daha cazip olduğunda beni desteklediler. Onu, balayına çıkmış mesut bir turiste benzetenlerde yanılmıyorlar. O kadar ki, giyimi kuşamı kendisine, kendisi de bu cazip sergiye yakışmış…

 

Fakat, Yıldız Moran’ın kulağına şunları fısıldamak isterim: “Biraz kurnaz davranıp ta, Ankara reklamınızı canlı örneklerle, daha beğendirici, ilgi çekici bir şekle sokmak için biraz geççe gelen şu cici kızı hemen objektifinize alsaydınız, en az, pek beğenilen Svetlana Kassasinova’nın nefis fotoğrafı kadar sükse kazanırdınız. Deniz mevsimi gözleri, gençlerin gönüllerini dillerinin ucuna getiren gerçek güzelliği, pembe bir gül yaprağını andıran cildi, girdaplar gibi baş döndüren derin bakışları, yeni sürgünleri hatırlatan gençliği ve vücut yapısı, kumral saçları, kazağının desenlerine denk zarif kolyesiyle bu körpe kızcağız, ressamları bile imrendiren bir model olur. Böylelerinin de resimlerini çekerek, Ankara’yı kendinize bağlayın.

 

Hiç te boş yere öğmediğim bu güzeli, Yıldız Moran objektifinden kaçırdı ama, ben kalemimle yakalamasını bildim. Adı Heyecan İnegöllüoğlu. Bahçelievler’de oturuyor. Yazı geçirmek üzere Moda’ya gitti. Orada yakalamasını tavsiye ederim. Malayalı, Çinli, Avusturyalı, İspanyalı modellerinden çok daha nefis fotoğraflar kazandırır kendisine. Ben bu güzel kızla ve arkadaşı Türkan Karagülle ile konuşurken onu gören ünlü gençlerimizin nasıl çırpındıklarını sezseydi sanatçı, benim bu tavsiyelerimden çok daha nefis resimler elde ederdi. Türkan’la Heyecan’ın, üç kuru yaprak fotoğrafı önündeki heyecanları ve övücü sözleriyle olsun kendilerine bağlanırdı. Bu kadar istekle tavsiyeme rağmen, Yıldız Moran gene de Heyecan İnelgöllüoğlu’yu kaçırırsa, üzülmeyin sayın okurlarım, ben onun da, arkadaşının da röportajını yaptım. Yakında “Canlı Portreler” serimde sunacağım.

 

“Ressam olamayınca, fotoğrafçı oldum” diyen ve eserlerinin çoğunu İspanya’da objektife alan sanatçının, birbirinden güzel resimlerinin kritiğini anlayışlı seyircilerden dinlemeden önce bir aralık yaptığım enteresan iki konuşmayı da şuracığa sıkıştırayım:

 

Bizim Devlet Tiyatrosu’nun eski Umum Müdür Muavini Mükerrem Keymen’le eşi Gevher Keymen’in yanında, bugün bir üçüncü Keymen var. On beş yaşındaki bu sempatik güzelin adı Zeynep. Annesiyle babası tarafından bir kanarya gibi kafeste saklanan ve bugün başarılı bir imtihandan yüz akıyla çıkan bu afacan bana ne dese beğenirsiniz!?...

 

Ben, liseden sonra Gazetecilik Enstitüsüne gidip, çok sevdiğim bir mesleğe kavuşacağım.

─ Siz nereden öğrendiniz bu işi?

─ Hayattan.

 

Eski alaylı subaylar gibi gölgesine sığındığım bu muazzam kelimenin yanındaki kofluğumu saklayabildiğimi sanmıyorum bu zeki kızdan. Ama, sadece yaldızlı çerçeveleri süsleyen birçok diplomalar gibi, bazı kalem oynatanların durumuna bakıp avunabiliyorum. Zeynep’i tatlı ihtirası ve zekasından, Keymen’leri de, kahve rengi gözbebeklerinden hayat fışkıran bu sempatik kızlarından ötürü tebrik ederim. Yalnız, onu sık sık bizden saklamalarını kınadım doğrusu... Annesinin sosyete röportajında, ondan da bir şeyler alacağımı babası duymasın.

 

Gelelim ikinci sürprizime. Bu, Ankara’mızın canlı bebeklerinden biri. Güzelliğine, sevimliliğine kapılmamak elden gelmiyor. Onu birkaç kere opera konser fuayelerinde görmüştüm. Meğer piyanistmiş. Henüz ilkokulun üçüncü sınıfında, ışıl ışıl yeşil gözlerinin içine bakınca, insan, mehtaplı bir deniz gezisine çıkmışçasına ferahlık duyuyor. Adının güzelliğine bakını Serra Arel. Toplum çalışmalarıyla tanınmış bilgili kadınlarımızdan İbcal Arel’in kızı. Annesi sosyete röportajlarıma girmemekte daha fazla direnirse, bu minik yavru için bir sayfa doldurup onu kıskandıracağıma söz veriyorum. Hele “Büyüyünce balerin olacağım” diye, çok güzel bale fotoğraflarının önünden ayrılmadığını gördüğüm zaman, Tanrı’dan böyle bir torun dilemeği, en tatlı istek olarak duydum içimden.

 

Şimdi de misafirleri konuşturayım önünüzde. İşte, o sıcak tevazuu, cana yakınlığı ile Neriman Ağaoğlu. Çok sevdiği sigarasının dumanları arasında fikrini açıklıyor: “Fotoğrafı güzel sanat haline getirmiş Moran… Şu yaprakların çekilişindeki hünere, başka ad verebilir misiniz?”

 

Sabahat Zeytinoğlu da istekle konuşuyor: “Hem memleketimizde ilk oluşu, hem de başarısı bakımından, önemli bir kazanç doğrusu…”

 

Kadınlığın kazançlarından her zaman hoşlanan Sevim Abadan, apaçık bir sevinçle not veriyor: “Işık, gölge oyunları mükemmel. Türk motifleri nefis. Bence en önemlisi, genç bir Türk kızının bu işi meslek yapmak için Avrupa tahsiline kalkışması ve bir meslek kadını daha kazanmamızdır.”

 

Sevimli kocası Yavuz Abadan ondan geri kalır mı hiç... “Yıldız’ı bebekliğinde tanırım. Bir buçuk yaşındaki Yıldız çok sevimliydi ama, şimdiki genç kız sadece gönülleri değil, fikirleri de işgal eden bir varlık olmuş.” Eserden önce yaratıcısına yönelen bu görüşle, güzel bir sözü bir kere daha hatırlamamak mümkün mü? Söyleyene değil, söyletene bak.

 

Osman Kapani’nin, Cemil Sait Barlas’ın, Adnan Öztırak’ın, Muammer Çavuşoğlu’nun, Mösyö ve Madam Roche’un, Dr. Şinasi Kıpçak’la eşi Zehra Kıpçak’ın, daha bir çok tanınmışların gezdiği sergide Madam Roche’nin Hiç kağıt kalem elinizden düşmeyecek mi?” diyişine birlikte gülümseyerek, yetkililere yaklaştım.

 

İşte dinlediklerim:

 

Güzel Sanatlar Umum Müdürü Cevat Memduh Altar:

“Sanatçı, kendisini tatmin etmeyen konuda objektifini kullanmamış, bilhassa ışık ve gölge kontrastları dikkati çekiyor.”

 

Şair Muhip Dranas:

“Başarlı bir sergi. Birçok motiflerdeki kompozisyonları hayranlıkla seyrettim.”

 

Muharrir Munis Faik Ozansoy:

“Bu güzel eserleri beğenmemek olur mu? Işık ve gölge efeleri sanatkârcasına yaratılmış. Bilhassa iç içe planlar pek hoş.”

 

Hikâyeci Haldun Taner:

“Teknik itibariyle muhakkak ki çok üstün. Siz buna bir de, gerçek sanatçı ruhunu ekleyiniz, ortaya, şu gördüğünüz nefis eserler çıkar.”

 

Almanya’da bu işlerle uğraşmış olan Sait Yada ve Ferit Apa:

“Resimleri umumiyetle güzel bulduk. Kontrastlar fazla olmasına rağmen, iyi tesir bırakıyor. Muvaffak olmamış resim pek az.”

 

Beyaz puanlı kostümü, mavi taşlı bileziği, çift halka küpeleri, orijinal hasır şapkasıyla bir cazibe sembolü halini alan İhsan Çavuşoğlu, sosyete röportajında olduğu gibi, burada da, kalemimi boş bırakıp tatlı tatlı gülümsüyor. Ben de, herkesin ilgisini çeken Lübnan Sefiresi Bayan İbrahim El Ahdab’ın, değerli sopranomuz Leyla Gencer’ln övücü sözlerini dinledikten sonra, iki güzelin önünde duruyorum. Ancak “Canlı Portreler” serisinde kendilerini bütün ihtişamlarıyla tanıtabileceğim bu güzellerin birisi Seçkin Selvi, öbürü Murassa İldem... Onları tarife, bu sütunlar yetmeyecek. O kadar göz alıcı tarafları var. Yıldız Moran’ı beğenen kelimelerini Seçkin Selvi’nin Gazetecilik Enstitüsüne gideceği müjdesine ekleyip sunmamla yetinin şimdilik.

 

Ben de, dakikalardan beri hoş bir ağustos böceği gibi yanı başımda ötüp duran Tanju Fırat’ı rahat rahat dinleyeyim. Söylediklerini yazmak pek işime gelmez. Biraz karamsardır.

 

Sadi Günel

10 Haziran 1955

Sadi Günel  Halkçı Gazetesi  10 Haziran 1955
Sadi Günel  Halkçı Gazetesi  10 Haziran 1955
Sadi Günel  Halkçı Gazetesi  10 Haziran 1955
Sadi Günel  Halkçı Gazetesi  10 Haziran 1955
Sadi Günel  Halkçı Gazetesi  10 Haziran 1955
bottom of page