LA VIE, LES GENS ET LE PAYSAGE DE LA TURQUIE de 1954 à 1958
8 MARCH 2018 / 10-14 APRIL 2018
LA VIE, LES GENS ET LE PAYSAGE DE LA TURQUIE de 1954 à 1958
8 MARCH 2018 / 10-14 APRIL 2018
LA VIE, LES GENS ET LE PAYSAGE DE LA TURQUIE de 1954 à 1958
8 MARCH 2018 / 10-14 APRIL 2018
READER / OKUYAN, Istanbul, Turkey 1954
Coşar Kulaksız
Pera Müzesi Sergi Kataloğu
Kasım 2013
Zamanının Ötesinde Bir Fotoğrafçı
ANMAK UNUTMAK
İki tür nokta var
Biri önüne ve ardına bakar,
Biri ardına bakmaz,
Ardını noktalar.
Özdemir Asaf
Bir 19. yüzyıl buluşu olan fotoğraf, doğası ve teknik süreçleri nedeniyle görüneni salt bir şekilde tespit etme yöntemi olarak algılanmış ve dolayısıyla plastik sanatlar içindeki yerini almak için çok uzun zaman mücadele vermiştir.
Dünyanın ilk portre fotoğrafçılarından Nadar, 1800’lü yılların sonunda ünlülerin portrelerini çektiği Paris’teki stüdyosunda verdiği bir röportajda fotoğrafla ilgili olarak “fotoğrafın tekniğini bir günde kavrayabilirsiniz; ancak bir fotoğrafçının ömrü ışığı hiç anlamadan sona erebilir.” demiştir.
Cumhuriyet dönemi Türkiyesi’nin akademik fotoğraf eğitimi almış ve çalışmaları yurtdışında sergilenmiş ilk kadın fotoğrafçısı olan Yıldız Moran; ışığı büyük bir ustalıkla kullanarak “ürettiği” fotoğraflarına “çekmenin” yani sadece teknik olarak kaydetmenin, görüntüyü ışığa duyarlı film düzlemine aktarmanın ötesine geçip; ruhunu, aklını, kalbini yani kendini katabilmiş ve görüntünün izini derinleştirebilmiş bir fotoğrafçıdır. Yıldız Moran’ın bir anlamda “retrospektifi” sayılabilecek bu kapsamlı sergi, izleyicilerin Moran’ın kendine ait iç sesini ve Türk (ve dünya) fotoğraf tarihi içindeki görünürlüğünün izlerini de derinleştireceğine inandığımız yeni bir okumayla ortaya koyabilmeyi amaçlıyor.
Akademik eğitimli ilk Türk kadın fotoğrafçı
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevinde bulunmuş Vahid Moran’ın 1932 yılında doğan üçüncü kızıdır Yıldız Moran. Vahid Bey deniz subayı olarak başladığı, başarılı Mısır ve Almanya hizmetlerinde bulunduğu Genelkurmay’daki görevinin yanı sıra ilk Büyük Türkçe-İngilizce sözlüğün de yazarıdır. Eşi Nemide Hanım ise tam bir Cumhuriyet kadınıdır. Nemide Hanım’ın ablası Müfide Ferit (Tek) Hanım edebiyatımızın erken dönem önemli yazarlarındandır. Modern ve ilerici düşüncelere açık, kadının toplum içinde yer alması gerektiğine inanan bir ailedir Moran ailesi. Vahid Bey’in hobileri arasında fotoğraf da vardır; büyük bir özen, teknik bilgi ve titizlikle ürettiği anı fotoğraflarının kalitesine bugün dahi rastlamak güçtür. Varlıklı Moran ailesi Bahariye’de bir konakta oturur. Yıldız Moran’ın Nermin ve İnci adlarında iki ablası, Ekmel ve Tosun adında iki ağabeyi vardır. Kardeşlerin eğitimleri için her türlü imkânı sağlamıştır Vahid Bey. Bugün, büyük kızı İnci Moran Türkiye’nin ilk modern eğitimcileri arasında yer alır.
Robert Kolej’de okurken son sınıfta bir dersten kalınca morali bozulan Yıldız Moran, ünlü sanat tarihçisi, dayısı Mazhar Şevket İpşiroğlu’na danışır. Resme yatkınlığı olmadığını bilen Şevket Bey fotoğraf öğrenebileceği fikrini verir Yıldız’a. Yurtdışında okumanın, tek başına bir kadın için neredeyse imkânsız olduğu dönem şartlarında Yıldız Moran fotoğraf eğitimi almak için İngiltere’ye gitmeye karar verir. 1951 yılında Londra’da Bloomsbury Technical College’a yazılır. Bu okul daha çok fotoğrafın temel teknik bilgilerinin verildiği bir okuldur. Yıldız Moran, bununla yetinmeyerek 1952-1954 yılları arasında Ealing Technical College’ı bitirir. Avrupa’da Portekiz, İspanya ve İtalya’yı dolaşır ve gezdiği yerleri fotoğraflar. 1952 yılında İtalya’daki bir fotoğraf kulübüne üye olur. 1953 yılında ünlü Old Vic tiyatrosunun fotoğrafçısı John Vickers’ın yanında staj yapar.
Yıldız Moran fotoğraf ve fotoğrafçılıkla ilgili tüm teknik deneyimleri edinirken bir yandan da fotoğrafı bir sanat dalı olarak irdelemeye başlar. Yurtdışında çektiği fotoğraflardan derlediği ilk sergisini 1953 yılında Cambridge Trinity College’da açar. Sergilediği 25 fotoğrafın tümü satılır. 1954 yılında Londra’da beş sergi daha açar. Aynı yılın sonunda eğitimini ve yurtdışı serüvenini tamamlayarak Türkiye’ye döner.
İstanbul’a dönüş
Dönüşünün ardından dayısı Mazhar Şevket İpşiroğlu’yla birlikte Anadolu gezisine çıkan Yıldız Moran bu gezide köyleri ve insanları fotoğraflar. 1955 yılında, İstanbul, Beyoğlu’nda bir stüdyo açar. Adalet Cimcoz’a ait ünlü Maya Sanat Galerisi’nin üst katında, Kallavi Sokak 20 numaradaki bu stüdyoda fotoğraflarını sergilemeye başlar. Geçimini sağlamak için portre ve kartvizit fotoğrafçılığı ve firmalara çekimler yapar. Ama asıl niyeti fotoğrafla sanatsal kapsamda uğraşmaktır ve öyle de yapar.
1955 yılında İstanbul’da ard arda iki sergisi açılır. Aynı yıl Ankara’da, 1956 ve 1957 yıllarında İstanbul’da (Ankara Sanatsevenler Derneği, Hilton Oteli, Moderno Galerisi ve Türk-Alman Kültür Derneği), 1962 yılında Edinburgh, İngiltere’de ve 1970 yılında İstanbul’da yapıtlarını sergiler.
1970, 1974, 1976 ve 1998’deki sergileri ise retrospektif niteliklidir. Her sergisi basında ve sanat çevrelerinde ilgi ve övgüyle karşılansa da İngiltere’de açtığı ilk sergisindeki satışlar İstanbul ve Ankara’da gerçekleşmez, Türkiye’de fotoğraf sanatı henüz bu olgunluğa erişmemiştir.
Dönemin görece kaliteli ve renkli fotoğraflarının yer aldığı Ses Mecmuası’nın yayına yeni başladığı bu yıllarda, magazin ve haber fotoğrafçılığı da çok yenidir. Yine de, fotoğraf, à la minute fotoğrafçılar tarafından belli köşelerde icra edilen bir anı veya portre, vesikalık mecrası veya bir durumu tespit eden bir “an kaydedici” olarak algılanmaktan öteye geçemez. Kendi banyo ettiği filmler günümüze çok az hasarla hatta neredeyse hasarsız ulaşmış durumda olan Yıldız Moran ise yurtdışında bulunduğu sürede aldığı eğitim ve teknik bilgi ile fotoğrafı tamamen kavramıştır. Ama asıl önemli olan Moran’ın bunca eğitim ve emek sonrasında, fotoğrafta seçtiği yoldur. Yurtdışında altı, yurtiçinde dokuz kişisel sergi ve retrospektif sergileri açılan Moran 1962 yılından sonra kendini fotoğrafçı kimliği ve fotoğrafla tanımlamaz, fotoğraf bu tarihten itibaren adeta yaşamından çıkar.
Fotoğrafı farklı çekmek, farklı yaklaşmak
Hâlâ kapalı bir kutu ve bir sır perdesidir Yıldız Moran. Fotoğrafları az görülmüştür. Fotoğraf tarihçileri ya da Cumhuriyet dönemi fotoğrafı ile ilgilenenler bilir sadece Moran’ı. Onlar da genellikle ismen veya sergilenmiş bir iki bilindik karesiyle. 12 yıla sığdırdığı kariyeri bir yandan fotoğrafı neden bıraktığına dair merak uyandırırken diğer yandan da bu kadar kısa bir zamanda, nasıl bu denli etkileyici ve zamansız görüntüleri çekebildiğini sordurur. Burada öne çıkan Moran’ın fotoğraf öyküsünün ne kadar süreyle devam ettiği değil özgün ve zamanının ötesine geçen üretimi ve tekrar tekrar keşfedilmeye değer sanatsal anlayışıdır.
Fotoğrafa başlamasında önemli yeri olan dayısı Mazhar Şevket İpşiroğlu’nun eşi Nazan İpşiroğlu’nun aktardığı hoş bir anı Yıldız Moran’ın fotoğrafa yaklaşımını aktarabilir: Nazan Hanım, eşi Mazhar Bey ve Yıldız Moran, Bursa’nın Söğüt ilçesine fotoğraf çekmeye giderler. Konu cirittir. O dönemde magazin ve belgesel tarzı çalışan fotoğrafçılar, konuyu çekmek için önce sehpalarını hazırlayıp kadrajını belirler, pozlarını ayarlayıp dikkatlice çekimlerini yaparlarken Yıldız Moran elinde makinesiyle konuyu farklı noktalar ve açılardan, üst üste, sıra dışı bir heyecan ile takip etmekte ve kaydetmektedir. Negatiflerinin birçoğunda karşımıza çıkan ve aykırı diyebileceğimiz açılarla oluşturduğu fotoğraf serileri, hem aldığı eğitimin hem de onun için önemli olanın sadece konunun tespit edilmesi değil kendine en yakın alternatifi yaratma süreci peşinde olduğunun bir işaretidir. Aynı geziden diğer karelerde de bu serüven devam eder. 1950’li yıllarda, Anadolu’da başka bir ruh yakalamıştır Moran: İçinde insan olmadan insanı, çalışma olmadan emeği anlatan, yokluk içinde varlığı temsil eden zamansız bir ruh. Bunlar, fotoğrafı zanaata indirgemeye çalışan gözlere bir yanıt niteliğinde çekilmiş karelerdir.
Moran’a göre şiirselliği olan her şey fotoğraflamaya değerdir. Kendi ifadesiyle ışık ve kompozisyon yetkinliği zaten olması gereken unsurlardır fotoğrafta. Ancak asıl önemli olan yeterli anlamın olmasıdır ki Moran bu anlam ve içeriğin okumasını izleyiciye bırakırken dikte etmez. O yüzden her karesi samimi, içten ve zamansızdır.
Fotoğraflarında zamanı not düşmek, belgelemek gibi bir çabası, ânı yakalamak gibi bir arayışı yoktur Yıldız Moran’ın. O sadece kendisi ile iletişime geçmiş sahneleri bizlerle paylaşırken bizim de bu sahnelerde kendimize ait deneyimler edinmemizi sağlar.
Bu karelerde bazen karşımıza, gittikleri mi, geldikleri mi anlaşılmayan, mutlu mu mutsuz mu olduklarını her baktığımızda düşüneceğimiz, kucağında bebeği ve yanında çocuklarıyla Anadolu kadınlarının fotoğrafları çıkar. Moran’ın çabası Anadolu kadının dramını veya yöredeki yoksulluğu görselleştirmek değil, bu insanların yolculukları üzerinden kendi yolculuklarımızın, sorularımızın peşinden gitmemizin de mümkün olabileceğini hissettirmektir.
Sol tarafında bir figürün ayakta durduğu iki büyük kayığın yer aldığı bir karede kayıklar kayık değil heybetli klasik heykellerdir sanki. Kardaki ayak izleri kime aittir? Giden bir yolcuya mı gelen bir misafire mi? Uzundur yol ama biz hiçbir zaman bilemeyiz gerçekten bu izlerin kime ait olabileceğini. Moran bunu bizim hayal gücümüze bırakmıştır. Fotoğrafın gerçekliği de aslında bizim hayal gücümüze bağlıdır. Çünkü fotoğraf da kardaki ayak izleri gibi gerçeğin sadece bir emaresini taşıyabilir; gerisi o izlerin peşinden gitmek isteyenlerin hayal gücüne ve maceraperestliğine bağlıdır.
1950’li yıllarda görmeye alışık olmadığımız kareleri, çekmiştir Yıldız Moran. Amacı bir öykünün altını çizmek değil, onun fotoğrafını çekmek, konu ile objektif arasındaki duyguyu izleyiciyle paylaşmaktır. Konuya saygılıdır, fotoğraflanacak doğru ânı bulana dek karşısındakini tanımaya çalışır, sohbet eder: “Konu insandır benim için. Ben onunla iki insan olarak bağımı kurarım. Fotoğrafçı olmam hiçbir zaman ön planda değildir. İkimiz selamlaşırız, konuşur, dertleşiriz. Yakınlık kurulur. Ben bu arada açımı arar, yerimi bulur, çerçevemi saptarım. Karşımdaki insan kendiliği içindedir (…) neyse odur kısacası. Fotoğrafımı çekerim. Ondan sonra, artık benim işim bitmiş, onunla bir alacağım vereceğim kalmamışçasına hemen uzaklaşmam oradan. Başladığım gibi, gene onunla konuşur, vedalaşır öyle ayrılırım.” (Özdemir Asaf, “Yıldız Moran ve Fotoğraf Sanatı”, Cumhuriyet, 28 Kasım 1970) Sonuç, izleyiciyi de bu âna dahil eden bir kareye dönüşür.
Fotoğrafın en temel fonksiyonu olan tespitin yanı sıra izleyiciyi fotoğrafları aracılığıyla bilmediği anlam ve kavramlarla buluşturacak çok katmanlı tasvir diline ulaşmıştır. Fotoğraflarında samimiyet ve içsel dünya ön plandadır. Seyit Ali Ak ile yaptığı bir röportajda “Fotoğrafın kavramını bulmaktı sorun; onu bulup geliştirmek. İnsanın savaşı kendiyledir” der ve devam eder “Anadolu fotoğraf için olağanüstü renkli bir cennet. İnsanları yalın, ulaşmak kolay. Ne var ki Anadolu’daki rengi evrensele ve her zaman geçerli kavramalara bağlayamadığımız sürece, bence o fotoğraf amacına ulaşmamıştır (…) Düşüneceksiniz, neyi nasıl yapacağınızı, çekeceğinizi önceden tasarlayacaksınız. Öyle ki ilgili her teknik sorun, konunuzla aranızdan çıkacaktır. Çıkacak kadar hâkim olacaksınız duruma. En yeni gelişmeleri, en yeni olanakları arayacaksınız.” (Seyit Ali Ak, “Yıldız Moran”, Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Fotoğrafı, Remzi Kitabevi, Nisan 2001)
Birkaç yerde Türkiye’deki teknik yetersizliklere de değinmiş, hatta bu teknik yetersizlikler yüzünden sanatçının bazen içeriğe yönelmek için zamanı kalmadığını da vurgulamıştır. Moran, günün koşullarında her türlü yokluğa, teknik eksikliğe rağmen özgün fotoğraf diliyle içeriği ve bu içerikteki kavramları araştırmayı başarmıştır.
Yirmi dört saatlik iş
Fotoğrafın sanat olmadığını ileri sürenlere Ses dergisinde 1983 yılında yayınlanan röportajla şöyle yanıt verir Yıldız Moran: “Küçük heyecanlar sanat olamaz. Büyük heyecan duyulmalı. Bu bir gerçek. Konu belgeleyici, röportaj fotoğrafı ise (fotoğrafın sanat olmaması), söylenen söz geçerli olabilir. Röportaj yapmak için objektif bir görüşten, olayın niteliğine ilişkin bir yargıya varmak lazım. Fotoğrafın bir başka yönü daha var: sübjektif yönü. Gazete röportajı ile şairi ayıran yön. Kalemi nasıl birçok şey için kullanabilirseniz, makineyi de öyle. Şair hangi vezinle, hangi kalıpla şiir yazmayı seçip, içeriği dolduracaksa, fotoğrafçı da kendine en uygun fotoğraf makinesini bulmakla yükümlüdür. Her iki dalda da sonuçta şiirsellik, estetik yoksa başarısızdır. Konuya saygılı yaklaşım büyük önem taşır. Fotoğraf makinesi objektif bir algılayış biçimi olarak bellendiğinden her fotoğrafın objektif bir görüntü olduğu kanısı yaygındır. Oysa fotoğraf çekileceği açıdan, çekileceği andan, çekenin görüş açısından kaynaklanan nedenle çok da çarpıtılabilir. O zaman çok tehlikeli bir silahtır.” (Anonim, “Türkiye’nin İlk Kadın Fotoğraf Sanatçısı Yıldız Moran”, Ses, 25. sayı, 25 Haziran 1983)
Moran’ın aktif fotoğraf çektiği dönemde de, sonrasında da hep fotoğraf düşündüğü söylenebilir. Bu aslında her tam zamanlı fotoğrafçı için geçerlidir. Fotoğrafçı için sadece vizörden bakılan bir dünya veya elinde makine yoksa da vizörden geçen görüntüler adına düşünülen kareler vardır. Her an kaçan andır, her yakalanan an daha iyisine ulaşma çabasıdır. Moran’ın da belirttiği gibi “fotoğraf 24 saat düşünülen, yaşanılan, ikinci plana atılamayacak bir konudur. İnsana, hayata özgü bir aşamanın bir yerini, kavramsal olarak dolu, yoğun, ağırlıklı olarak verebilen kişidir fotoğrafçı.” (A.G.Y)
Fotoğraftan vazgeçmek
Peki, nasıl olur da fotoğraf adına hem bir Türk hem de bir kadın olarak tüm ilkleri yaratmış, kimse düşünmezken fotoğrafın kavramsallığını araştırmış, hep sanat ve hatta yirmi dört saat hep fotoğraf düşünmüş bu denli tutkulu bir insan, fotoğrafı 1962 yılında aniden bırakabilir? Cevabı basit ama bir o kadar da karmaşık: Yeni bir tutku ve aşk sebebiyle –ünlü şairimiz Özdemir Asaf’a olan aşkı- ”4 Kasım 1954 saat 11:00’de tanıştım” diyecek kadar etkilenmiştir Özdemir Asaf’tan. Asaf’tan etkilenmemek mümkün müdür? Türkiye’nin en bohem, en yakışıklı, en yetenekli şairlerindendir. Romantiktir ve her kelimesi şiirdir. Moran, Türkiye’ye döndüğü zaman kartpostallarını bastıracak titiz bir matbaa ararken Asaf ve matbaası karşısına çıkar; hayatının dönüm noktası olacak bu ilişki de böylece başlamış olur. Moran için fotoğraf o kadar yoğun ve tutkulu yapılması gereken bir iştir ki aynı anda bir başka şeye aynı tutku ve aşk ile bağlanamayacağı için bir tercih yapar.
Çift, 1963 yılında evlenir, ardından çocukları peş peşe dünyaya gelince fotoğraf onun için ikinci plana düşer. 1962 yılında ilk oğulları Gün, 1963 yılında Olgun ve 1966 yılında Etkin dünyaya gelir. Moran için Asaf’ın eşi olmak ve annelik birinci iş haline gelir. O hiçbir zaman pişman olmaz fotoğrafı bıraktığına. Bunu bir küsme veya terk etme gibi de algılamaz. Sadece öğrenmek ve eğitim almak için ailesinden binlerce kilometre uzaklarda yaşamayı göze almış ve aynı tutku ile birçok yabancı ülkeyi kadın olarak tek başına gezip fotoğraflamayı başarmış birisinin tutkusu ve yoğunluğu hayatının aşkı olacak kişi karşısına çıkınca farklı bir yön almıştır.
Sonsöz
Pera Müzesi’nin danışmanı ve değerli kültür insanı, 2007 yılında kaybettiğimiz sevgili Samih Rifat’ın deyişiyle, Yıldız Moran’ın 1950-1962 arasını kapsayan 12 yıllık fotoğraf macerası, 1995’te vefat edinceye kadar “bir unutma/unutulma öyküsüdür”.
Rifat şöyle yazar: “Önce bir tutku öyküsüdür Yıldız Moran’ın fotoğrafçılığı; sonra da bir özveri ve vazgeçme öyküsü (…) Fotoğrafı bırakma öyküsüne gelince, bu konuda Yıldız Moran’ın söylediklerine çok da inanmak istemiyorum. Bir sanat tutkunu yalnızca çocukları ve ailesi için tutkusundan vazgeçer mi? Şimdi adını anımsayadığım bir Fransız yazar (Malraux olabilir) şöyle bir düşünce ileri sürüyor: ‘Yaratıcılık, sanatçıların üstünden gelen ve onları aşan bir şeydir. Bu nedenle de sanatçılar yaptıklarının farkında değildirler çoğu kez. ’ (…) Yaratmanın bir açıklaması yoktur; yaratmaya başlamanın bir açıklaması yoktur… Durdurmanın, bitirmenin de yoktur. Sanat alanına giren her şey için olduğu gibi: Sessizlik ve sırdır ötesi.” (Samih Rifat, “Bir Unutma ve Unutulma Öyküsü”, Yıldız Moran – Fotoğrafçı, Adam Yayınları, Mayıs 1998) İşte bu sır perdesini aralayıp, sessizliğe güzel bir ses vermeye çalışıyor bu sergi.
Sergide yer alan baskılar, yaklaşık 8000 adet negatif arasından yapılan seçkinin arşivsel pigment inkjet baskı tekniği ile ve asit içermeyen geleneksel pamuklu fotoğraf kâğıtlarına benzeyen fine art kâğıtlarına basılmasıyla gerçekleşti. Sunum, Yıldız Moran’ın fotoğraflarına ve yapmak istediklerine baktığımızda onun yenilikçi düşünce yapısına en uygun sunum şekli olduğuna karar verdiğimiz alüminyum kompozit plakalar üzerine yapıldı.
Bir tutku ile başlayıp, özveri ile devam eden ve sonrasında vazgeçme ile sonuçlanan Moran’ın öyküsü aslında hiç bitmeyecek şekilde fotoğraf ve kültür dünyamızda yer alacaktır. Fotoğrafı sanat olarak düşünen ve fotoğrafın kavramsallığı üzerine çalışan, ilk kez yurtdışında fotoğraf sergisi açan, Türkiye’nin fotoğraf ile ilgili ilk akademik eğitimini almış kadın fotoğrafçısı Yıldız Moran önünde saygıyla eğiliyoruz.
Coşar Kulaksız
Kasım 2013